23 Haziran 2009 Salı

Çocuk İhmal ve İstismarı



Çocuğun sağlığını, fizik ve psikolojik gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan hareket ya da davranışlara “Çocuk İstismarı” denmektedir. Çocuğun sağlığı, fiziksel veya psikolojik gelişimi için gerekli ihtiyaçların karşılanmaması ise “Çocuk İhmali” olarak tanımlanmaktadır.
Çocuk ihmal ve istismarı kapsamlı bir olgu olmasına karşın çocuğa yönelik istismar kapsamında fiziksel istismar ön plana çıkmaktadır. Aral (1997) yaptığı çalışmada çocukların % 65.72’sinin anne ya da babası tarafından fiziksel istismara uğradıklarını belirlemiştir.
  Çocuk ihmali genelde ailenin, ilgili kurumların ya da devletin çocuğa karşı en temel sorumluluklarını yerine getirmemesi şeklinde tanımlanabilir. Bir bütün olarak toplum, kurumlar ve bireyler tarafından geliştirilen ihmal davranışı, çocukların eşit hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılması sonucunda onların en üst düzeyde gelişimlerini engelleyici davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuğun bakım ve beslenme gereksinimlerinin yeterince karşılanmaması gerekli tıbbi müdahalelerin yapılmaması, anne baba olarak çocuğa karşı danışmanlık görevinin yeterince yerine getirilmemesi ve çocuğun tek başına bırakılması ihmal davranışına örnek olarak verilebilir.
Aktif bir olgu olarak nitelendirilen istismar ise anne, baba ya da bakıcının çocuğa zarar vermesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Çocuk istismarı istem dahilinde fiziksel zarar verme, çocuğun kötü beslenmesine yol açma, cinsel istismar, çıkar için kullanma, bundan da öte çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı her türlü faaliyette bulunmayı içermektedir.
  İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta istismarın aktif, ihmalin ise pasif bir olgu olmasıdır. Çocuk ihmal ve istismarı, çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı olan fiziksel, duygusal ve cinsel ihmal ve istismarı içermektedir. Ancak bunları birbirinden ayırmak oldukça zordur.
Yakın kişilerin çocuğun gelişimine sürekli zarar veren hareketleri sonucu çocuğa sosyal olarak mevcut kaynakların sağlanmaması, bunlardan yoksun bırakılması fiziksel ihmal olarak tanımlanabilir. İstismar türleriiçinde tanımlanması ve belirlenmesi en kolay olan fiziksel istismar ise çocuğun kaza dışı hasar görmesi ya da fiziksel olarak cezalandırılması olarak tanımlanabilir.
  Çocukların cinsel sömürüye karşı korunmaması ve ilgisiz kalınması, cinsel gelişime gereken önemin verilmemesi cinsel ihmal olarak ifade edilmektedir. Cinsel istismar, cinsel doyum için çocuğu kullanmak ya da bir başkasının çocuğu bu amaçla kullanmasına izin vermektir. Bir yetişkinin cinsel haz duymak amacıyla çocuğun cinsel organlarını okşaması, tecavüz etmesi, teşhircilik yapması, çocuğu pornografi aracı olarak kullanması şeklinde tanımlanabilen cinsel istismar, cinsel doyumu çocuklarla ilişkide arayan cinsel açıdan yetersiz kişilerce başvurulan bir suç çeşidi sayılmaktadır. Toplumca kabul edilmeyen ve duygusal açıdan en yoğun yaşanan cinsel istismar türünün, aile içinde ya da çocukla kan bağı olan kişiler arasında olduğu da bilinen bir gerçektir. Ancak bu tür vakaların belirlenmesi oldukça güçtür. Yapılan araştırmalar cinsel tacizin en çok üç-beş yaşlar arasında yaygın olduğunu ortaya koymuştur.
  Çocuğun sevilmemesi, ihtiyacı olan duygusal ilgi ve yakınlığın ona gösterilmemesi duygusal ihmal olarak kabul edilmektedir.
  Duygusal istismar ise tek başına görülebildiği gibi fiziksel ve cinsel istismarla birlikte de görülmektedir. Ebeveynlerin ya da çevredeki diğer yetişkinlerin çocuğun yeteneklerinin üzerinde istek ve beklentiler içinde olmaları ve saldırganca davranmaları anlamına gelen duygusal istismarın izleri yaşam boyunca kendini gösterebilmektedir. Anne-babası tarafından sürekli eleştirilen, aşağılanan, sevgi ve ilgi ihtiyacı yeterince karşılanamayan çocuklar, pasif kişilik özelliklerine sahip, kendine güveni olmayan ve antisosyal davranışlar gösteren kişiler olarak tanımlanmaktadır. Bunların yanı sıra duygusal istismar, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimlerini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu çocuklarda normal zihinsel kapasite olmasına rağmen, öğrenme güçlüğü ve dikkat dağınıklığı gibi sorunlar görülmektedir. Dolayısıyla duygusal istismar çocuğun hem kişiliği hem de başarısını olumsuz yönde etkilemektedir.
Çocuk ihmal ve istismarı ailenin yaşam stresiyle ilgili olup ailedeki ekonomik ve sosyal stresler, ihmal ve istismara yol açabilir. Çocuğun ihmal ve istismar edilmesine neden olan faktörleri iç ve dış stres faktörleri olarak gruplamak mümkündür.
Dış stres faktörleri; bazı ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel özellikler ailede sıkıntı yaratarak çocuğun ihmal ve istismarına yol açabilir. Ekonomik yetersizlik aile için en önemli stres kaynaklarından biri olup yoksulluk, işsizlik, borçlanma şeklinde kendini gösterebilir. Aynı zamanda iyi beslenememe, yetersiz ev koşulları, sağlıksızlık gibi sorunları da beraberinde getirebilir. İç stres faktörleri ise anne-babanın kişilik yapısı, çocuğun özellikleri ve çevreye bağlı olarak çocuktan gereğinden fazla istekte bulunulması şeklinde gruplandırılabilir.
Anne-baba yoksunluğu ise ayrı bir iç stres faktörü olarak ele alınabilir. Ölüm, boşanma veya ayrı bir yerde çalışma nedeniyle parçalanmış aileler, çocuk istismarında önemli bir risk grubunu oluşturmaktadır. Anne-baba tarafından ihmal ve istismar edilme, anne-baba arasındaki şiddete tanık olma, parçalanmış aileden gelme veya çeşitli aile sorunlarının çocukta yarattığı duygular çocuğun yaşam biçimini ve ilişkilerini önemli ölçüde etkileyerek çocuğun bunları öğrenerek taklit etmesine, dolayısıyla istismarcı bir kişilik kazanmasına neden olabilir.

ÇOCUK İHMAL VE İSTİSMARI ÖNLENEBİLİR!
İhmal ve istismardan korunmak çocukların temel hakkıdır. Bu hakkın korunması ancak riskleri gerçekleşmeden fark edebilen ve önlemeye odaklı olarak çalışan bir sistem ile mümkündür. Böyle bir sistemin geliştirilmesinin bu konuda güçlü bir ortak talep ile mümkün olabileceği inancı ile yapılması gerekenlere ilişkin bir eylem planı hazırlayan http://www.cocukplatformu.org 'a destek olalım.

Eğer, riskleri önceden farkedebilir ve önleyebilirsek onu gerçekten korumuş oluruz!
Çocuk ihmal ve istismarı


Kaynak: Dr.Abdurrahim GÜÇLÜ, Çocuk İhmal ve İstismarını Önleme Platformu, Derya KURTAY (Sosyal Hizmet Uzmanı)

12 Haziran 2009 Cuma

Çocuk Bakıcısı Seçimi





Çocukları için doğru çocuk bakıcısını bulmak anne-babalar için en zor deneyimlerden biridir. Çocuklarını çalışarak büyüten anneler, çocuklarını bir bakıcıya emanet etmenin yaşamlarındaki en zor tecrübelerden biri olduğunu söylerler. Aileler, çok zor olan çocuk bakıcısı arayışı ve doğru bakıcıya karar verme süreçlerinde belli noktalara dikkat ederlerse kendileri ve çocukları için en sağlıklı seçimi kolaylıkla yapabilirler.


Öncelikle, aileler, çocuk bakıcısı aramaya başlamadan önce bakıcıda aradıkları özellikleri ve bu özelliklerin önem derecelerini belirlemeliler. Bakıcıyı hangi kanaldan bulmak istediklerine karar verdikten sonra, kendilerine aracılık yapan kişilerle de aradıkları temel özellikleri paylaşmalılar. Anne-babalar, çocuk bakıcısı ile görüşmeyi birlikte yapmalı, bakıcının ne zaman çalışmaya başlayacağına, bakıcının iş tanımına ve bakıcıdan neler beklediklerine birlikte karar vermelidir. Bakıcı arayışına girmeden önce, çocuğa akrabalardan birinin bakıp bakmaması konusu konuşulmuş ve bu konudaki kesin karar da verilmiş olmalıdır. Bazı eşler bu konularda birbirleriyle yeterince açık konuşamamaktadır. Eşlerden biri çocuğuna bakıcının bakmasını uygun bulurken, bir diğeri çocuğa annesinin bakmasını isteyebilir; bu gibi kararlar bakıcı arayışı başlamadan verilmelidir. Bu konular önceden konuşulmazsa, karar verme sürecinde veya bakıcıyla görüşme sırasında gönülsüz eş nedeniyle anlaşmazlık yaşanabilir. Çocuğa bakmasına karar verilen kişi bir akraba olabilir, bu durumda aşağıdaki koşulların karşılanmasına dikkat edin;

Bu kişinin çocuğunuza bakmaya gerçekten gönüllü ve uygun olduğundan emin olun,
Bu kişiden çocuğunuza mümkünse kendi evinizde bakmasını isteyin,
Çocuğunuzun geceleri ve hafta sonları sizinle kalmasını sağlayın,
Bu kişiye çocuğunuzun bakımı ve eğitimi ile ilgili tüm beklentilerinizi açık bir şekilde ve anne-baba biraradayken bildirin.
Çocuğunuza bakan kişi ister bir akraba veya aile büyüğü olsun, isterse bir çocuk bakıcısı olsun, çocuğunuzun kendi evinizde bakılmasını sağlmanız daha uygun olur. Kendi evinizde temizlik, düzen ve hijyen kurallarını daha kolay koyabilir ve uygulanmasını daha kolay sağlayabilirsiniz. Ayrıca, çocuğunuzun yaş dönemine ve dönemsel gelişimine göre karşılaşabileceği tehlikelere karşı önlem alabilmeniz de daha kolaylaşır. Örneğin emeklemeye başladığında, prizler veya mutfak çekmeceleriyle ilgili önlem almanız gerektiğinde, bunu kendi evinizde yapmanız daha kolay olur. Başka bir evde, even giren çıkan kişileri kontrol edemezsiniz, ancak kendi evinizde bu tip bir kontrolünüz olabilir. Tüm bunların dışında, çocuğun kendi oyuncaklarından ve evinden ayrı kalmaması, kendini güvende hissetmesi açısından da önemlidir.

Çocuğunuza bakmasına karar verdiğiniz kişinin normal koşullarda çocuğunuz 3 yaşına gelene kadar sizinle çalışmayı düşünüp düşünmediğini öğrenin. Böylece, çocuğunuz kreş yaşına gelene kadar bakıcı değiştirmek zorunda kalmazsınız. Çocuğunuza bakacak kişi akrabanız da olsa bunu onunla konuşmalısınız; çünkü çocukların sık bakıcı değiştirmeleri doğru değildir. Çocuk yetişkine bağlanır ve onunla duygusal bağ kurar, bebeklik döneminde sık sık değişen bakıcılar çocuğun psikolojisi açısından sağlıksızdır. Ayrıca, her defasında yeni birine alışmaya çalışmak çocuk için de, anne-baba için de yorucudur.

Her ailenin çocuklarına bakıcı ararken belirledikleri özellikler farklıdır, ancak, ailelere hatırlatma olması bakımından, çocuk bakıcısı ararken dikkat edilmesi gereken noktalar aşağıdaki gibi sıralanabilinir;

Temiz, düzenli ve dürüst olmasına,
Aile yaşantısının düzenli olmasına,
Dakik ve elinin çabuk olmasına,
Sevecen ve güleryüzlü olmasına,
Esnek ve hoşgörülü olmasına, katı-kuralcı olmamasına,
Yeniliğe ve değişime açık olmasına, sabit fikirli olmamasına,
Sorumluluk ve insiyatif sahibi olmasına,
İletişim becerisinin olmasına,
Kişilik olarak bakılacak çocuğun annesine benzemesine,
Sabırlı olmasına,
Eğitimli, kendini yetiştirmiş ve bilinçli olmasına,
Çocuğu ya da işe devamını etkileyecek bir rahatsızlığının olmamasına,
Sigara içmemesine.

Çalışacağınız bakıcıya karar vermeden önce mümkünse bakıcıyı evinde ziyaret edin, kendi çocukları varsa onlarla ilişkisini gözlemleyin. Unutmayın, bir bakıcı, sizin çocuğunuza en fazla kendi çocuklarına davrandığı kadar iyi davranabilir. Sizin çocuğunuza, kendi çocuklarına davrandığından daha vicdanlı ve merhametli davranamaz, sizin çocuğunuzu, kendi çocuklarını sevdiğinden daha fazla sevemez.
Ayrıca, bakıcının varsa referanslarıyla ve komşularıyla görüşün, nüfus cüzdanı örneği vb. gerekli belgeleri temin edin.

Çocuğunuza bakmasına karar verdiğiniz kişinin çocuk bakıcılığı için gerçekten yeterli ve uygun olduğundan emin olun. Bunun için gerekirse, bu konuda çalışan, kişillik testleri uygulayan veya çocuk bakıcılarıyla görüşmeler yapan bir psikologdan yardım alabilirsiniz. Koşullarınız gerektirmiyorsa, bakıcının yatılı kalmasını talep etmeyin. Bakıcının yatılı çalışması gerekiyorsa, çocuğunuzla akşamları siz ilgilenmeye çalışın. Çalışan kişinin sosyal ortamından ve ailesinden sürekli ayrı kalması onun sağlığı açısından çok sağlıklı değildir. Bakıcının çalışma düzenini ve iş tanımını önceden belirleyin, çocuğunuzun bakımı ve eğitimi ile ilgili tüm beklentilerinizle birlikte açık bir şekilde ve anne -baba biraradayken konuşun. Bakıcıdan performansının üzerinde beklentilerinizin olmamasına dikkat edin, ona kendi evindeki gibi rahat edebileceği bir ortam yaratmaya çalışın.

Ailedeki herkesin çocuğunuzun bakıcısına sevgi ve saygıyla yaklaşmasını sağlayın. Bu kişinin en kutsal mesleklerden birini icra ettiğini herkese hatırlatın.

Çalışan bir anneyseniz, işe başlamadan önce yeterli bir süre çocuğunuza bu kişiyle birlikte bakın. Çalışmaya başlamadan önce aşamalı olarak günün belirli saatlerinde evden uzaklaşarak çocuğunuzu bu uzun süreli ayrılığa yavaş yavaş alıştırın. Birlikte çalıştığınız kişiyi yeterince tanımadan çocuğunuzu bırakmak zorunda kalırsanız, sık sık evinizi arayarak evde herşeyin yolunda olduğundan emin olmaya çalışabilirsiniz veya komşularınızdan, akrabalarınızdan birinden arada bir eve uğramasını rica ederek çocuğunuzu kontrol etmelerini rica edebilirsiniz.

11 Haziran 2009 Perşembe

Kişilik gelişiminde anne babanın rolü




Çocuğun gelişimi, anne ve babanın çocuğu yetiştirme tutumları ile yakından ilişkilidir. Çocuğun, kişilik gelişimi her ne kadar yaşamı boyunca sürse de çocukluk döneminde yaşadıkları kişilik gelişimini biçimlendirmektedir. Çocuk okul öncesinde birey olmayı öğrenirken kendisine model olacak birisine gereksinim duyar. Bu model alma süreci aile içindeki yakın bir üye ile gerçekleşmektedir. Genellikle, bu model anne ya da babadır. Ancak ağabey, abla, hala, teyze, amca, dayı gibi aile içinden bir erişkin de çocuğun kişilik yapısının oluşumunda etkilidir.
Çocuğa sergilenen anne – baba tutumları çok çeşitlidir:


1. Aşırı otoriter ve reddedici aile tutumu
2. Aşırı hoşgörülü aile tutumu
3. Aşırı koruyucu aile tutumu
4. Tutarsız aile tutumu
5. Mükemmeliyetçi aile tutumu
6. Kabul edici, güven verici ve demokratik aile tutumu


Aşırı Otoriter ve Reddedici Aile Tutumu:
Bu tutumu benimseyen anne ve babalar çocuklarına hâkim olduklarını düşünüp hep onlara baskı uygularlar. Çocuğun ruhsal ve bedensel gereksinmeleri karşılanmadığı gibi çocuğa olumsuz duygular beslenir. Çocuğun sürekli olumsuz yönleri ortaya çıkarılır. Otoriter ve reddedici aile tutumunda evde söz hakkı, özgürlük ve otorite anne babanındır. Çocuk her ne yaparsa yapsın göze batar ve cezalandırılır.
Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Çocuk içten içe anne babaya karşı düşmanlık duygusu geliştirse bile anne babadan korktukları için onlara karşı uysal ve erdemli davranırlar,
Aile içinde yeterli iletişimi kuramadıkları için bu çocuklar kendi kendilerine zarar verebilirler,
Baskı altında yetişen bu çocuklar yeni şeyler üretmede zorlanırlar,
Sürekli davranışlarında hata arandığı için streslidirler ve stresli oldukları zamanlarda hata yapma olasılıkları artar, ve hata yaptıklarında kendilerini daha da kötü hissederler,
Kendileri hata yaptığında affedilmedikleri için başkalarının hatalarını affetmeyi ve hoşgörülü olmayı öğrenemezler,
Kendilerine ve diğer insanlara güvenmedikleri için kendilerine iyi davrananlara şüphe ile yaklaşırlar ve toplumdan giderek uzaklaşırlar,
Yardım duygusundan uzak, sinirli, inatçı, hırçın, uyumsuz olurlar.
Bu çocuklar sonunda kurallara uymayan, otoriteye boyun eğen, kendi duygu ve düşüncelerini ifade edemeyen bir kişilik geliştirirler.


Aşırı Hoşgörülü Aile Tutumu:
Çocuk merkezli bu tür ailelerde çocuğun yaptığı her şey hoş görülür ve çocuk aşırı özgür bırakılır. Çocuğa neyi yapıp neyi yapmaması gerektiği anlatılmaz ve hiçbir zaman kesin kurallar konmaz. Çocuk kendisine zarar verebilecek davranışlar sergilediğinde bile uyarılmaz. Bu tür anne ve babalar otorite olmayı öğrenememişlerdir. Bu gibi çocuklar başkaldırıcı ve toplumdışı davranışlar sergilerler. Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Aşırı hoşgörülü tutum ile yetiştirilen çocuklar bir süre sonra anne babasını denetim altına alır ve onları tehdit etmeye başlarlar ve dedikleri olmayınca tehditlerini uygularlar.
Eleştiriye açık olmadıkları için kendilerini geliştiremezler.
Kuralsızlığa alışan çocuklar, okuldaki kurallarla karşılaşınca okula ve arkadaş çevresine uyum sağlamakta zorluk çekerler.
Her istediklerini elde ettikleri için belli bir süre sonra doyumsuzluk yaşamaya başlarlar.
Doyumsuzlukları ilerde zararlı alışkanlıklar edinmelerine sebep olur.
Bencil, doyumsuz, kırılgan, her dediğinin anında olmasını isteyen, sabırsız, şımarık, antisosyal olabilirler.
Sosyal bir ortama girdiklerinde her dediklerinin olmadığını gördüklerinde hayal kırıklığına uğrarlar, kendi kabuklarına çekilip zarar verici davranışlar sergileyebilirler.
Her istediklerini yaptırmayı alışkanlık haline getirir ve zamanla kural tanımazlar.


Aşırı Koruyucu Aile Tutumu:
Çocukların üzerine çok titrenir. Ağlamasın, üzülmesin, terlemesin, hasta olmasın, yorulup incinmesin diye büyük çaba harcanır. Anne babaların çocukları için geliştirdikleri aşırı kaygı, çocukları aşırı korumalarına yol açar. Çocuğa evde seçim hakkı verilmez. Çocuğu mutlu edememe endişelerinden dolayı kazandırmak istedikleri davranışları duygu sömürüsü ve aşırı şefkat yöntemini kullanarak geliştirirler. Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Çocuk karar alma ve seçenekleri değerlendirme becerilerini geliştiremez, çünkü kararlar çocuk adına alınır.
Çocuk karşılaştığı sorunlarla başa çıkamayacağına inanır ve sürekli hata yapma eğiliminde olurlar.
Bu çocuklar belli dönemlerde yerine getirmesi gereken ve kazanılması davranışları ve görevleri yapamadıkları için, aşırı bağımlı, ürkek, çekingen olabilir ve beceriksiz ya da sakar görünebilirler.
Kendilerini topluma kabul ettirmek için zaman zaman isyankâr davranışlar sergileyebilirler.
Aşırı koruyucu anne ve babalar çocuklarının bireyselleşme çabalarını engelleme yolunu seçerler. Bu engelleme daha çok dış dünyadaki karşılaşabilecek durumların abartılı olarak anlatılması ile başlar.
Aileden ayrılmasının ergeni üzeceği telkini eve bağlanmasını kolaylaştıran, ayrılıp gitmesini engelleyen ve bu tür girişimlerde suçluluk yaratan bir telkindir.
Anne ve babadan gelen bu tür çabalar, çocuğun bağımsızlığını ve birey olabilmesini engeller.


Tutarsız Aile Tutumu:
Anne ve babanın davranışları birbiriyle tutarlı olmadığı gibi bazen çocuğun aynı davranışına sert bir tepki gösterebilirken bazen olumlu davranabilmektedirler.
Anne baba bazen iki çocuğa tutarsız davranışlar da sergileyebilir, birini çok sevip kollarken diğerini dışlayıp hiç sevgi göstermeyebilir. Bu davranışlar çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkiler. Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Bir davranışın kimi zaman ödüllendirilmesi kimi zaman cezalandırılması çocukta cezanın anlamı ve suçun niteliği hakkında kuşkular uyandırır.
Bu çocuklar ne zaman, nerde, ne yapacağını bilemezler.
Kendi görüş ve düşüncelerini aktaramazlar.
Çocuk kendini kanıtlamak ve dikkatleri üzerine çekmek için ürkek, yumuşak huylu, söz dinleyen ya da kendi benliğini ve bağımsızlığını göstermek için kavgacı, sinirli bir çocuk olabilir.
Zamanla çevrelerindeki insanlara güvenmeyen, her şeyden şüphelenen, kararsız bir kişilik yapısı geliştirebilirler.


Mükemmeliyetçi Anne Baba Tutumu:
Mükemmeliyetçi tutumda anne baba her şeyin en iyisini çocuğundan bekler. Kendi gerçekleştiremediği yaşantıları çocuğunun gerçekleştirmesini ister ve çocuk olduğu gibi kabul edilmez. Aile, bedensel ve zihinsel yönden beklentileri karşılaması için çocuğu kapasitesinin çok üstünde eğitimlere tabii tutar. Çocuktan aşırı titizlik ve temizlik beklenir. Mükemmeliyetçi ailelerde kurallar bellidir ve çocuğun bunlara mutlaka uyması beklenir. Çocuğa bütün çocukça davranışlar yasaklanır. Arkadaş seçimi dahi aileye aittir.
Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
• Bu tutumla yetişen çocukların fikirleri genelde çok katıdır. Bir şey veya kimse ya çok olumlu ya da çok olumsuzdur.
• Çocuk kendi duygu-düşünceleri ve ağır kurallar arasında sıkışıp kalmıştır ve sürekli bir iç çatışma içindedir. Sevgi ve nefret karışımı duyguları aynı anda yaşar.
• Her işte en iyi ve en üstün olmak ister. Fakat istediği seviyeyi yakalamayınca hayal kırıklığına uğrar ve çalışmayı tamamıyla bırakabilir. Aşağılık duygusu geliştirir.


Kabul Edici, Güven Verici ve Demokratik Aile Tutumu :
Anne- baba çocuk yetiştirme tutumlarının en ideal olanıdır. Bu tarz çocuk yetiştirme biçimini seçen anne - babaların ilişkilerinde sevgi ve saygı hakimdir ve bu sevgiyi çocuklarına da hissettirirler. Çocuğun barınma, beslenme, korunma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında ona sevgi gösterilir. Bu sevgi gerçek sevgi yani herhangi bir koşula bağlı olmayan karşılıksız sevgidir. Bu tutumu benimseyen ailelerde çocuğa aile içerisinde eşit şartlar tanınmıştır. Bazı kararların alınmasında çocuğa da fikir danışılır. Anne baba davranışları ile çocuğa uygun birer model, çok iyi rehberdir. Çocuğa yol gösterir ama alacağı kararlar konusunda serbest bırakır. Ona bir çok alternatif sunulur ama seçim çocuğa aittir. Problemlere anne baba ile birlikte çözüm arayarak zamanla bu becerisini geliştiren çocuk, seçimlerinin sonuçlarına da kendisi katlanır.
Fakat tüm bunları gerçekleştirirken aile, çocuk merkezli bir aile haline getirilmez. Çocuğa bazı sorumlulukları olduğu hatırlatılır. Aile çocuğa karşı sergilediği tutumlarda onun yaşını ve gelişim basamaklarını göz önünde bulundurur. Çocuğun aile içinde özgür bir şekilde gelişmesine, yeteneklerini en üst düzeyde açığa çıkarmasına, kendini gerçekleştirmesine izin verilir. Aile katı kurallar koymak yerine bazı prensipler geliştirir. Aile içinde kurallar ve sınırlar herkes için ve hep birlikte belirlenir ve bu sınırlar içinde çocuk özgürdür. Kuralların mantıklı açıklaması yapılır. Aile fertlerinin hepsinin eşit söz ve oy hakkı vardır. Aileyi ilgilendiren kararlar birlikte alınır. Her konuda çocuğun düşünce ve fikirleri dinlenir. Fikirleri mantıksız da olsa saygı gösterilir. Anne baba birbirlerine ve çocuklarına karşı olan duygularında net ve açıktır. Ayrıca eğitimde bedensel ceza kullanılmaz. Yanlış davranış sergileyen çocuklar sevgi yoksunluğu ile cezalandırılmazlar. Başarısızlıkları cezalandırmak yerine başarılar ödüllendirilir.

Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
• Demokratik ve güven verici bir ortamda yetişen çocuk, kendine ve çevresine saygılı, sınırları bilen, yaratıcı, aktif, fikirlere saygı duyan, fikirlerini rahatlıkla söyleyebilen, kişilik ve davranışları açısından dengeli, sorumluluk duyguları gelişmiş, hoşgörülü, işbirliğine hazır, arkadaş canlısı, duygusal ve sosyal açıdan dengeli ve mutlu bir birey olarak yetişir.
• Anne babanın tutarlı ve kararlı tutumu çocuğun kendisine ve çevresindekilere güven duygusunu geliştirir.
• Basit de olsa bu yaşlarda karar vermeye ve kendi başına işler yapmaya alışan çocuk, ilerde rahatlıkla kendi adına kararlar alır.
• Kendi haklarını savunurken başkalarının haklarına da saygı duyar

Sizin diye bildiğiniz evlatlar..




Lübnan'lı yazar Halil Cibran'ın (1883-1931), "Ermiş" adlı eserinde anne babalara verdiği bir öğüt:


"Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizlerin değildirler,
Onlar kendisini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla. Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların vücutlarını çalabilirsiniz ama canlarını asla. Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç. Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.
Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız.
Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine bir hedef edinmiştir ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için Kendi gücüyle sizleri gerer. Yayı gerenin elinde seve seve bükülün, Çünkü oku atan O güç, uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever."

Kaynak: Halil Cibran-Ermiş (Anahtar Kitaplar,1974)

Pulsuz Dilekçe



Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU (1928-2004), "Çocuk Ruh Sağlığı" isimli kitabında , anne babalara , çocuklarını nasıl eğitmeleri ya da nasıl eğitmemeleri konusunda , yılların getirdiği deneyimleri ile , bir çocuğun gözü ile bakarak , bakın nasıl öğüt vermekte


"Sevgili anneciğim, babacığım;

Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:
Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın.
Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın.
Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?
Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra.
Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor.
Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın.
Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.
Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.
Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır.
"Ben senin yaşında iken..." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.
Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın.
Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin.
Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.
Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin.
Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün.
Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.
Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın.
Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım.
Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın.
Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.
Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır.
Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum.
Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.
Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi.
Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.

Sevgiler,
Çocuğunuz."

"Oyuncak" silah ve çocuklar




Masum bir kelime olan “oyuncak” ile, ürkütücü bir sözcük olan “silah”ın yanyana kullanılması bile çelişkidir. Silahın bir oyuncak olarak kullanılması çocuklara zarar verir. Oyuncak firmaları bunun aksini iddia etse de, bu tartışmalar sonucunda elde edilen gerçekler; oyuncak silahların saldırganlıkla ilişkisinin bulunduğu, oyuncak silahın daha sonra gerçek silaha sahip olma isteğine dönüştüğü, çocukların elinden oyuncak almanın çok zor, yerine başka bir oyuncak koymanın çok daha zor olduğu, çocukların oyuncak silahları gerçeğinden ayırt edemedikleri, oyuncak silahlarla oyun oynamak bir nesilde tamamen kırılırsa, Japonya'da olduğu gibi toplumun silaha olan isteğinin ve silahla ilgili suçların Türkiye'de de sıfırlanabileceğidir.

“Çocuklar; yok etmeyen, savaşı simgelemeyen, psikopat dürtüleri geliştirmeyen, vahşet, dehşet, öfke duygularını yaşatmayan oyuncaklarla oynamalıdırlar, yaratıcı ve üretici oyuncaklarla…Yani insan olmanın onurunu yaşatacak oyuncaklarla”. Burada ebeveynler çocuklarını yetiştirirken kendilerine şu soruları sormalıdırlar: Acaba evde, yakın çevrede ya da toplumda yaygın olarak bulunan silahın gölgesinde yaşamak, televizyonda, filmlerde, çizgi filmlerde yoğun gösterimde olan silahlı şiddeti izlemek çocuğumu şiddeti taklit etmeye, şiddete karşı hoşgörülü olmaya, şiddete karşı duyarsız olmaya, şiddeti genel geçer bir insan ilişkileri yöntemi olarak kabul etmeye iter mi? Bu silah ve şiddet yoğun ortamda çocuğum ‘savaşa hayır’ seslerimizi samimi bulur mu?

Bireysel silahlanmanın önüne geçilmesinde,en büyük görev siyasal erke düşmektedir. Bireysel silahlanmayı engelleyici yasa çıkarılmalı, bunun yanısıra silah ithalatı da kısıtlanmalı ve bu kaynaklar sağlık ile eğitime yönlendirilmelidir. Bu konuda medyaya da büyük görevler düşmektedir.
Oyuncak üreten firmaların da, sağlıklı ekonomiler yaratmak için, hasta ruhlar yaratmaya hakkı yoktur. Oyuncak silahlar da, tıpkı Japonya ve Güney Kore’de olduğu gibi, ülkemizde de yasaklanmalıdır. Bireysel silahlanmayla savaşımda 1993’den bu yana faaliyetlerini sürdüren Umut Vakfı, tüm duyarlı insanlarca desteklenmeli ve iktidarlar bu sese kulak vermelidir. Kaybedecek çok fazla zaman kalmadı: silahlı şiddetten bir kişinin öldüğü her dakika, 15 yeni silah üretiliyor. Önümüzdeki aylar ve yıllarda silahlı şiddet nedeniyle acı çekeceği ya da öleceği kesin olan kadın, erkek ve çocukların sorumluluğunu kim üstlenecek?


Dr. Çağatay ACAR, 09.11.2004 (Türk Pediatri Kurumu web sayfası)

Yıkıcılık ve şiddetin kaynağı



“Hayatın, yaşamak ve gelişmek yönünde doğal bir eğilimi vardır. Eğer bu eğilim, çeşitli nedenlerle engellenecek olursa, biriken hayat enerjisi bir dönüşüm süreci geçirir ve hayatı yok edici bir güç haline gelir. Bu nedenle “yıkıcılık ve şiddet, engellenmiş ve yaşanmamış bir hayattır” demek yanlış olmaz. Hayatı geliştirip, destekleyen enerjileri engelleyen her türlü toplumsal ve bireysel koşullar, yıkıcılık eğilimlerinin doğmasına yol açar. Bunun sonucunda ortaya, kötülük olgusunun değişik biçimleri çıkar ve yaygınlık kazanır.” diyor Erich Fromm. Yaşama içgüdüsü engellenen, kendini, doğayı ve insanları sevmeyi beceremeyen, üretici güçlerini harekete geçiremeyen, kısaca kendini gerçekleştiremeyen insanlarda, zarar verme eğilimi artar. İnsanoğlu, hayatı ne kadar çok gerçekleştirir, canlılığını ne kadar çok dışa vurursa, yıkıcılık ve şiddet içgüdüsünün gücü de o denli azalır. Besbelli ki, şiddet ve yıkıcılık, bastırılmış ve yaşanmamış bir hayata eşdeğerdir. Şiddet, sadece fiziksel değildir Şiddet kendini her zaman fiziksel olarak göstermez. Şiddetin diğer bir türü olan psikolojik şiddetin insandaki etkisi kimi zaman fiziksel şiddetten çok daha ağır ve yıkıcı olabilir.Ve toplumda psikolojik şiddete fiziksel şiddetten çok daha sık rastlanmaktadır. Aile içi şiddetlerin büyük bir bölümü de bu türdendir.

Dr.Çağatay ACAR 22.10.2004 (Hürriyet)

Çocuk Hakları Sözleşmesi




Konumuz çocuklar olduğu için sizlere çocukların sahip olduğu hakları hatırlatmak istedim. Biliyorsunuz ki bugün dünyada çocuklar insan haklarına sığmayan birçok olaya maruz kalıyorlar, onlara daha iyi ve daha güvenli bir yaşam sunabilmemiz için onların sahip olduğu bu hakları bilmeli ve sonuna kadar saygı göstermeliyiz. UNICEF kaynaklarından Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kısaltılarak alınan ve çocukların diliyle ifade edilen özeti sizlerle paylaşmak isterim.

Madde 1: Ben çocuğum. On sekiz yaşına kadar bir çocuk olarak vazgeçilmez haklara sahibim.

Madde 2: Bu sözleşmedeki haklar bütün çocuklar içindir; beyaz çocuk, kara çocuk, kız çocuk, erkek çocuk fark etmez. Doğduğumuz yer, konuştuğumuz dil de fark etmez. Büyüklerimizin inançlarının, görüşlerinin farklı olması yüzünden çocuklara ayrım yapılmaz. Bu haklara sahip olmak için çocuk olmak yeterlidir.

Madde 3: Büyükler, çocuklarla ilgili bütün yasalarda, bütün girişimlerde önce çocukların yararlarını düşünürler. Büyüklerimiz bu ödevlerini yapamıyorsa devlet çocuklara bakar ve korur.

Madde 4: Haklarımızın uygulanması için gereken her türlü çaba gösterilir. Haklarımdan yararlanmam bütün devletlerin güvencesi altındadır.

Madde 5: Bizi büyüten, yol gösteren büyüklere bizi daha iyi yetiştirsinler diye yardım edilir.

Madde 6: Çocukların yaşamını korumak herkesin ilk görevidir.Yaşamak her çocuğun en temel hakkıdır.

Madde 7: Her çocuğa doğduğunda bir isim konur. Devlet bu ismi kaydeder. Çocuğa kimlik verir. Artık çocuk o devletin vatandaşı olur.

Madde 8: Konan ismim, kazandığım vatandaşlık hakkım ve aile bağlarım korunur. Bunları değiştirmek için baskı uygulanmaz. Bunlar benden alınırsa bütün devletler ona karşı çıkar.

Madde 9: Çocuğu ailesinden kimse koparıp alamaz. Ama bazen de anne baba çocuğa bakamaz durumda olabilir. Çocuk bu durumdan zarar görebilir. Çocuk zarar görmesin diye çocuğa başka bir bakım sağlanır.Bu bakım sırasında çocuk anne babasıyla düzenli görüşebilir.

Madde 10: Ayrı ülkelerde yaşayan anne baba ve çocukların birlikte yaşamaları için her türlü kolaylık gösterilir.

Madde 11: Çocuklar anne babalarının birlikte izni ve haberi olmadan başka ülkelere götürülmezler, oralarda bırakılmazlar. Bunu yapanlara karşı mücadele edilir.

Madde 12: Beni ilgilendiren konularda benim de görüşlerim alınır. Büyükler beni dinlerler. Düşüncemi öğrenmeye özen gösterirler. Çok küçüksem bir büyük de benim adıma konuşabilir.

Madde 13: İsteklerimi ve düşüncelerimi seçtiğim bir yolla açıklayabilirim, resmini çizebilirim ya da yazabilirim. Ama bazı konularda başka kişiler ve toplum zarar görecekse o konudaki kurallara da uymam gerekir.

Madde 14: Biz çocukların düşüncelerini geliştirmeleri ve istedikleri dini seçmeleri hakkına saygı gösterilir. Bu konuda bizi yetiştirmekle yükümlü olan büyüklerimizin de bize yol gösterme hakları ve görevleri vardır. Onlara da saygı gösterilir.

Madde 15: Arkadaşlarımla barış içinde toplanabilirim. Dernekler kurabilirim. Kurulu derneklere üye olabilirim.

Madde 16: Çocuklar onurlu ve saygın birer insandır. Hiç kimse onların onurlarını kıramaz, onları küçük düşüremez, yaşadığı konut ve kurumdaki özel yaşantısına karışamaz. Bu haklarımız yasalarla korunur.

Madde 17: Kitle iletişim araçları önemlidir, her türlü iletişim aracını kullanarak kendim için bilgi alabilirim.

Madde 18: Yetiştirilmemizden en başta anne babamız ya da onların görevini üstlenmiş büyüklerimiz sorumludur. Onların bu görevlerini en iyi biçimde yapabilmeleri için her türlü kolaylık sağlanır, gerekiyorsa yardım edilir.

Madde 19: Yetişmemizden sorumlu olanlar bu haklarını çocuklara zarar verecek şekilde kullanmazlar. Çocukların bu tür zararlara uğramaması için her türlü önlemi almak devletin görevidir.

Madde 20: Çocuklar ailelerinden yoksun kalabilirler. Bazı aile ortamları ise çocuklar için yararlı olmayabilir. İşte o zaman çocukların devletten özel koruma ve yardım alma hakları vardır. Devlet bu görevini çocuk için uygun aile bularak ya da onlara bakacak kuruluşlara yerleştirerek yapar.

Madde 21: Anne babasıyla olamayacak çocukların aile yoksunluğu çekmemesi için onlara iyi aileler bulunur. Bunun için çok dikkatli bir araştırma yapılır.

Madde 22: Çocuklar başka ülkeye gitmek zorunda kalırlarsa o ülke de çocukları korur. Birbirinden ayrı kalan anne ve baba birleştirilmeye çalışılır.

Madde 23: Özürlü çocuklar özel olarak korunurlar. Kendilerine yeten saygın birer insan olmaları sağlanır. Devlet onların bakımları, eğitimleri ve iş sahibi olmaları için gerekli kurumları oluşturur. Ailelerine her türlü yardımı yapar.

Madde 24: Sağlığım ve hastalıklardan korunmam, devletin ve toplumun güvencesi altındadır. Bunun için beslenmeme, aşılarımın yapılmasına, çevrenin temizliğine dikkat edilir. Hastalanırsam tedavi edilirim.

Madde 25: Kreşler, çocuk yuvaları, yurtlar, okullar, çocuk hastaneleri çocukların haklarına uygun olarak, çocuklara daha iyi bakmak için yeniden düzenlenirler.

Madde 26: Bütün çocukların sağlıkları, eğitim hakları, beslenme ve bakımları güvence altına alınır.

Madde 27: Bana bakmakla yükümlü olanlara bana daha iyi bir yaşam sağlamaları için gerekirse giyim, barınma ve beslenme konularında yardım edilir, destek olunur.

Madde 28: Eğitimimi eksiksiz yapabilmem için desteklenir ve korunurum. İlköğretim herkes için parasızdır, kız olsun erkek olsun her çocuk için zorunludur.

Madde 29: Devlet, benim tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, sorumluluk üstlenecek şekilde yaşamamı sağlar.

Madde 30: Azınlık grubun çocuklarına da herhangi bir ayrım yapılmaz, devlet azınlık gruplardan gelen çocukların haklarını da korur.

Madde 31: Boş zamanlarımı değerlendirmem, oynamam, eğlenmem için çocuk bahçeleri, çocuk kulüpleri, kitaplıklar, spor okulları açılır. Her çocuk böyle faaliyetlere özendirilir. Bunlardan yararlanmak hepimizin hakkıdır.

Madde 32: Ben çocuğum. Büyükler gibi bir işte çalışamam. Ben okula gider ve oynarım. Eğer çalışmak zorunda kalırsam yapacağım iş eğitimime engel olmamalı, sağlığımı bozmamalı, bende zararlı alışkanlıklar yaratmamalıdır.

Madde 33: Çocuklar zararlı maddelere karşı korunurlar. Bunları üretenler ve çocuklara verenlere cezalandırılırlar.

Madde 34: Bedenim bana aittir. Beni bedensel ve ruhsal yönden örseleyecek hiçbir yaklaşıma izin verilmez.

Madde 35: Çocukları kaçırıp kötü kişilere satan, onları uygunsuz şekilde çalıştırmak isteyenlerle tüm devletler mücadele ederler. Çocukları korurlar.

Madde 36: Büyükler kendi çıkarları için çocukları kullanamazlar.

Madde 37: Hiçbir çocuk insanlık dışı yöntemlerle ya da aşağılanarak cezalandırılamaz. Çocuklar suç işlemişse uygulanacak cezalar yaşına uygun gelişmelerini engellemeyecek şekilde ve eğitsel olmalıdır.

Madde 38: İnsanların birbirlerini öldürmesi kötüdür. Savaş insanların birbirlerini öldürmesidir. Çocuklar savaştan korunmalıdır. On beş yaşından küçük hiçbir çocuk askere alınmaz.

Madde 39: Eğer çocuklar çeşitli nedenlerle zarar görmüşlerse bedensel ve ruhsal sağlıklarına yeniden kavuşmaları için tüm önlemler alınır. Yeniden topluma kazandırılırlar.

Madde 40: Çocuklar suçun ne olduğunu bilmezler. Bilerek ve isteyerek kimseye zarar vermezler. Suç işleyen çocukların yeniden topluma kazandırılması için özel yasalar çıkarılır, özel kuruluşlar oluşturulur.

Madde 41: Eğer bir ülkenin yasaları bu çocuk hakları sözleşmesine uygunsa değiştirilmez. Değilse değiştirilir.

Madde 42: Çocukların haklarına ilişkin tüm bu ilkeleri hem çocuklar hem de büyükler öğrenmeli ve öğretmelidir.

Not: T.C. 1995 yılına bu sözleşmeye imza atmıştır.

Bir Kitap: Küçük Kara Balık-Samed Behrengi




Kitap: Küçük Kara Balık
Yazar: Samed Behrengi
Editör: Can Yayınları
ISBN: 978-975-510-972-5
Sayfa: 64
Yıl: 1999


Küçük Kara Balık'ı defalarca yüzdürmek lazım okyanusta..

Samed Behrengi, İranlı bir yazar. On bir yıl İran’ın Azerbaycan kesiminde köy köy dolaşarak öğretmenlik yaptı. Öğretmenken bile öğrenciliği bırakmadı: Halkın dilinde dolaşan masalları, söylenceleri derledi, yorumladı, yeniden yazdı. Küçük Kara Balık, onun yalnızca İran’da değil, dünyanın pek çok ülkesine tanınıp sevilmesine yol açmış bir ölümsüz kitaptır. Bu küçük kitap, Bratislava ve Bolonya Dünya Çocuk Kitapları Fuarlarında ödüller aldı.

Çağan IRMAK
"O zamanlar "cemrenin suya düştüğü ilk geceydi..." diye başlardı Küçük Kara Balık kitabı... Sene 1978, çeviri o yıllara ait. Sene bilmem kaç diye başlayan cümleler kurmaya başlamışsanız artık büyümeye başlamışsınız demektir. 'Küçük Kara Balık' ismi de nedense tuhaf bir şekilde çocukluk ve büyümek kelimelerinin hep yan konmuşu gibidir sanki. Okumayı yeni söküyorum, kırmızı kurdeleyi ilk takanlardanım sınıfta...
Yanımda yöremde en çok kurulan cümleler 'Teyzesi, zehir gibi okuyo artık, bak okusun da gör', 'Amcası, bak nasıl okuyo artık, hadi bakalım Çağan göster amcanlara...' Kitaplığa fırlıyorum hevesle, bir kasaba evi için dev sayılabilecek kitaplığımızdaki sıra sıra kitapların sırtlarını görmek için kafamı yan döndürüp başlıyorum bağıra bağıra okumaya... Doss-too-yevsss-ki, Aaa-leek-sandır Sol-jeenis-tııın, Naaa-zıım Hik-meeet...
Okuduğum yazar isimleri ya bir gülümseme ya da bir tedirginlik yaratıyor eve gelen misafirlerin yüzünde. Tedirgin olanların fısır fısır konuşmalarını duyuyorum annem çay koymaya gidince 'Çocuğu da kendilerine benzetecekler!' Olsun, annemle babamı seviyorum, neden onlara benzemeyeyim ki. 'Ama bunnar çok kalın, daha okuyamıyom bunları' diyorum. 'Benim kitaplarım bunnar...'
Gösteriyorum onlara Cin Ali ve Berber Fil, Ayşegül bilmemnerede, Cin Ali bimemneyapıyor... Rahatlıyo misafirler.
Derken bir akşam yemeğinde babam yeni bir kitap getiriyor eve. 'Bu senin...' Bağırarak okuyorum en üst köşedeki yazıyı 'Bejrengi...' Babam 'Oğlum doğru okusana... Behrengi... Küçük Kara Balık...' Resimleri çok az, kitap kalın bir çocuğa göre, büyük adam kitabı. 'Bu çok kalın okuyamam daha' diyorum... 'Olsun yavaş yavaş okursun...' Yavaş yavaş okumaya başlıyorum... "Cemrenin suya düştüğü ilk geceydi..." Anneannem derdi bunu 'Cemre düştü artık ısınır havalar.' Demek ki bunlar da biliyormuş cemreyi...

İlk gözağrısı
O gece eve bir Cemre düşüyor. Cemre yüreğime düşüyor. Küçük Kara Balık aklıma düşüyor okudukça... Çocuk aklımda yeni şeyler oluyor. Hiçbirine benzemiyor bu kitap, Kara balık, pembe romantik havalarda çiçek toplayıp hayat ne güzel diye şarkılar söylemiyor. Cin Ali gibi alık alık gülümseyip çocuk aklınızla bile aptal yerine konduğunuzu haykırmıyor suratınıza. Kara balığın bir derdi var diğerlerine benzemez...
O okyanusa ulaşmaya çabalıyor... Allahım ulaşsın ne olur... Annesi üzülmez mi o gidince... Ama dönecek eve okyanusa ulaşınca... Sonra Küçük Kara Balık'tan bir daha haber alamıyor kimse. Cemre boğazımı yakıyor. Cemre midemde bir alev topu... Ne hakları var üzmeye bizi... Dönsün eve... Ninesi bekler onu... Küskünüm herkese. Bu kitabın sonu yok diyorum babama. Dönmesini yazmamış. Öldü mü Küçük Kara Balık... Babam kitabın son cümlelerini gösteriyor... Bak küçük kırmızı balık da uyumadı bu hikâyeyi dinleyince gidip arkadaşını bulacak okyanusta üzülme. Üzülmüyorum babalar doğru söyler. Onlara inanmak lazım. Kitaplığın küçük bir köşesi bana ayrılıyor. En alt raf. Sağdan alt köşe.
Çağan'ın kitapları. Etiket yazıyoruz o rafa. Çağan'ın kitapları... Kimse elleyemez. Bi tane kitapla olmaz ki... Kitapları yazdık etikete bak...
İyi bakalım diyor babam yenilerini alırız. Bir Şeftali Bin Şeftali'yi koyuyoruz ikinci olarak... Küçük Prens'i, Şeker Portakalı'nı, doluyor yavaş yavaş... Kara balık ilk göz ağrım ama onun yeri ayrı.
Bir kaç yıl sonra öğreniyorum ki yazarı derede boğulmuş, şüpheliymiş ölümü.
Cemre alev alıyor yeniden midemi yakıyor. Ne zamandır oradaymış demek unutmuştum varlığını. Bişeyler yapmak lazım bişeyler yapmak. Yoksa sönmeyecek başka türlü... Bişeyler yazmaya başlıyorum yıllar sonra, yaptığım kovalarca su dökmek içimdeki ateşin üstüne.
'Çemberimde Gül Oya'nın bir bölümünü ona armağan ediyorum "Çocukluğumun masalcısı Samed Behrengi'ye" diye... Yeter mi yetmez elbet. Bizim intikamımız öldürmek derelerde boğmak olmayacak elbet. Yapacak tek şey var... Yeni çocuklara yeni kitaplar almak. Defalarca yüzdürmek lazım Küçük Kara Balık'ı okyanusta, inadına şeftali vermeyen o ağacı sulayıp büyütmek bir gün şeftali vereceğine inanarak...


'Kitap, bize toplumsal hastalıkları göstermelidir'
İranlı, fakir bir ailenin çocuğu olan Samed Behrengi, 1939'da Azerbaycan'da doğdu. Azerbaycan köylerinde öğretmenlik yaptı. Yaşadığı toplumu çok iyi anlayan ve kavrayan Behrengi, çocuklar için yazdığı hikâye ve masallarında İran toplumunun gerçeklerini anlattı. Eserlerinde anlattığı gerçekler Şah yönetimince zararlı bulundu. 1968'de 'kayboldu'. Cesedi Aras Nehri kenarında bulundu.
Eserlerinden büyüklerin de pek çok şey öğrendikleri belirten Behrengi, şöyle diyor: "Çocuklar, bu toplum babalarınızın size miras bıraktığı toplumdur. Yaramazlıklarınızı aza indirmeli ya da hatta tümüyle bırakmalısınız. Bu toplumun sorunlarının üstesinden gelecek çözüm araçlarını aramalı, bulmalı ve de hastalıkları yok etmelisiniz.
Toplumu tanımanın birkaç yolu vardır. Bu yollardan biri kitap okumaktır. Kitapların hem en iyisini seçmeliyiz, hem de bizim çeşitli sorularımıza yanıt verenlerini. Kitap toplumumuzu ve öteki ulusları bilgilendirmek ve bize toplumsal hastalıkları göstermek zorundadır.
Öyküler bizlere, toplumumuzun gerçek bir resmini çizebilir; sorunlarını ve nedenlerini açıklayabilir. Öyküler, okuyanları yalnızca eğlendirmez. Bu yüzden ben de akıllı çocukların öykülerimi yalnızca hoş vakit geçirmek için değil, öğrenip bilgilenmeleri için okumalarını istiyorum."

10 Haziran 2009 Çarşamba

Pişik nedenleri ve önleme yolları





Bebeklik döneminin en sık karşılaşılan sağlık problemlerinden biri olan pişik (diaper dermatit), bebeklerin yanısıra daha büyük çocuklarda da görülebilir

Pişiklerin Oluşma Nedenleri
Bez bölgesi pişiği %12- 15 sıklıkla rastlanan bir durumdur, bu durumu kolaylaştıran nedenler;

Islak Kalmak
Bazı bebeklerin altı uzun süre değiştirilmediği, bazen de bebek cildi aşırı hassas olduğu için pişik oluşabilir. Dışkıdaki enzimler, idrar pH’ı (dışkıdaki enzimleri aktifleştirebilir), dışkılama sıklığı ile dışkının kıvamı da pişik oluşumunda rol oynayabilir.

Tahriş
Bezin deriye sürtünmesi (tahriş) de derinin kızarmasına ve soyulmasına neden olabilir. Bezdeki kimyasal maddeler ve/veya parfümler (kontak dermatiti) de bebeğin cildini tahriş edebilir. Bu her bebek için geçerli olmayıp; hassas ciltli bebeklerde görülebilir.

Yeni Gıdalar
Anne sütü alan bebeğin formül mamaya başlaması ya da katı gıdalara geçmesi, dışkının kimyasını değiştirerek bebeğin cildini tahriş edebilir. Anne sütü almaya devam eden bebeklerde ise; annenin yediği-içtiği besinler, bebeğin hassas olduğu maddelerden oluşuyorsa yine pişik görülmesine neden olabilir.

Mantar veya Bakterilere Bağlı Cilt Enfeksiyonları
Bu tür enfeksiyonlar genellikle bebeğin nemli ve ılık cilt kıvrımlarında bakteri veya mantar türü mikropların yerleşmesi ve çoğalmasıyla oluşur. En sık görülen etkenler; stafilokok bakterisi ve “kandida” türü mantardır. “Kandida”ya bağlı enfeksiyonlar; içi dolu sivilce şeklinde kırmızı pütürlere ya da yanmış, sıyrılmış gibi bir görüntüye neden olur. Kızarıklık yukarılara, karın bölgesine doğru ilerleyebilir. Bu durum 2- 3 gün içerisinde geçmiyorsa ve farklı görünümlü pişikler oluştuysa pişik kremleri de artık yetersiz kalmaya başlar.
Emziren annenin ya da bebeğin antibiyotik kullanması, vücutta mantar enfeksiyonunu kolaylaştırırken ağızda mantar enfeksiyonunun oluşması da, bez bölgesinde enfeksiyona yol açabilir. Bu durumda mantara karşı geliştirilmiş özel kremler ile tedavi gerçekleştirilir.
Standart tedaviye yanıt vermeyen pişiklerde; kronik deri hastalıkları ya da sistemik hastalıklar akla getirilmeli ve deri hastalıkları uzmanına danışılmalıdır.

Bez Bölgesinin Bakımı
• Bebeğin bez bölgesi için ideal bakım; gece- gündüz bezi sık sık değiştirerek ve cildi kuru tutarak sağlanmalıdır. Cilt, yumuşak hareketler ile temizlenmeli ve kurulanmalıdır. Bastırarak ve ovuşturarak silmek, cildin koruyucu tabakasını zedeleyerek, bebek cildinin hassaslaşmasına neden olabilir.
• Normal şartlarda bebeğin cildinin kremler ile kaplanması gereksizdir ancak bebek sık sık pişik olduğu zaman; bez değişimlerinden sonra, ince bir kat krem ile korunma sağlanabilir. Böyle dönemlerde parfüm ve kimyasal maddeler içeren ıslak silme bezleri, iyileşmeyi geciktirebilir.
• Bebeğin bezinin sıkı kapatılması yerine hava alacak şekilde rahat bağlanması daha doğrudur. Mümkün olduğunca çok sıklıkta bebeğin poposu açılarak havalandırılmalı ve cildin kuru kalması sağlanmalıdır.
• Pişik önleyici kremler genellikle petrolatum (vazelin) ve çinko oksit madde içermektedir. Eczanelerde ve bebek mağazalarında bulunabilecek ürünlerin hemen hepsi değişik oranlarda bu maddeleri içerir. Pişik önleyici ve tedavi edici kremlerin içerik ve oranları az da olsa farklılık gösterir; bu oran değişiklikleri ise koruyuculuğu etkileyebilmektedir.
• Talk pudrası artık çok sık kullanılmamaktadır. Bebek nefes aldığında, pudranın bebeğin solunum yoluna kaçması, ciğerlerine zarar verebilir. Pudra kullanılması gerekli ise mısır nişastasından olanını kullanmak daha doğrudur. Pudra öncelikle ele dökülüp, sonra bebeğin cildine sürülmeli, cilt katlarında pudra kalmamasına dikkat edilmelidir.
• Anne sütü ile beslenen bebeklerde de pişik oluşabilmektedir ancak bu durum sıklıkla ek gıdalara başlandığında görülür. Bebekler bazı gıdalara karşı duyarlıdır, bu duyarlılık, cildin farklı yerlerinde ve bez bölgesinde kızarıklıklar olarak belirti verebilir. Etkeni daha iyi anlamak için besinlerin teker teker tanıtılması önerilmektedir.

Hafif derecede tahrişe bağlı pişiklerde tedavi:
• Bebeğin bezi sık değiştirilmelidir.
• Sabun ya da başka tahriş edici temizleme maddeleri kullanılmamalıdır.
• Her bez değişiminde, içinde çinko ya da vazelin bulunan kremlerden kullanılmalıdır.
• Bez gevşek bağlanmalıdır.
• Geçmeyen durumda doktora başvurulmalıdır.

Orta-ciddi derecede tahrişe bağlı pişiklerde tedavi:
• Hafif derecede pişikte yapılması gerekenler uygulanmalıdır.
• Doktora danışarak, kortizonlu bir krem uygulamak gerekebilir. Düşük dozda kortizonun yan etkisinden korkulmamalı, tedavi geciktirilmemelidir. Bazen günde bir kereden fazla krem kullanılması gerekebilir. Bu şekilde uygulanan tedavi, 5 günden fazla sürmemelidir.
• Mantar olasılığına karşı, her bez değişiminde bir mantar kremi kullanılmalıdır.

Kronik tedaviye karşı yanıtsız pişiklerde tedavi:
• Bebeğin ağzında tedavi edilmeyen mantar enfeksiyonu (pamukçuk), olup olmadığı kontrol edilmelidir.
• Bakteri enfeksiyonu olduğuna dair bulgular var ise anti-bakteriyel bir merhem kullanılmalıdır. İçleri cerahat dolu sivilce şeklindeki pişiklerde bazen ağız yoluyla alınacak antibiyotiklere de gerek olabilir.

Tuvalet eğitimi..Ne zaman? Nasıl?




Anne babaların en çok zorlandığı süreçlerden biri tuvalet eğitimidir. Tuvalet eğitimine çocuğun ve anne-babanın hazır olduğu bir dönemde başlanması çok önemlidir.
Bu dönemde dikkat etmeniz gereken önemli noktalar var. Bunlardan ilki, çocuğunuzun yaşıdır. Çünkü çocukların 18-24 aylık olana kadar bağırsak-mesane sinir ve kasları yeterince gelişmez,idrar ve kaka kontrollerini tam yapamazlar. Bağırsak, mesane sinirlerini ve kaslarının kontrolü her çocukta değişkenlik gösterebilir. Bazı çocuklar, 18-24 ayları arasında bunu başarabilirler. Bazı çocukların sinirlerini ve kaslarını kontrol edebilmeleri 4 yaşı bulabilir. 18 aydan önce tuvalet eğitimi konusunda baskı yapmak ya da çocuğa alıştırmalar yaptırmak çok da fazla sonuç getirmez.Sonradan tekrar çişini yapmaya başlar.

Genellikle kız çocukları, erkek çocuklarından daha önce tuvalet alışkanlığı kazanırlar. Bu yetenek kızlarda ortalama 2.5 yaş, erkeklerde 3 yaştır. Yine de tuvalet eğitimi için en doğru zaman onun hazır olduğu andır.

Zamanlama önemli

Öncelikle çocuklar barsaklarında ve idrar kesesinde doluluk olduğu hissini kavrayabilmelidir. Bunu ıkınarak belli ederler.
Basit kelime ve cümleleri kurabiliyorsa sizinle iletişime geçebilecek ve tuvalet yapmanın önemini kavrayabilecektir.
Bezini kirlettiğinde rahatsız olduğunu belirtebilmelidir. Hatta bezini çıkarmak için adımlar atmaya da başlayabilir. Lazımlığa ya da tuvalete oturmak için girişimlerde bulunmaya başlar. Genellikle gün içinde 2-3 saat kuru kalabiliyorsa, kendi vücudu ile ilgili sorular soruyorsa tuvalet eğitimini de başarabilir.
Tuvalete girdiğinizde o da girmek, sizi izlemek, oturmak, sifonu çekmek, tuvalet kağıdını koparmak istiyorsa tuvalet eğitimi çok kolaylaşır. Altını daha uzun süre temiz tutmaya başlarsa, çişini ya da kakasını yaparken vücut hareketleriyle bunu belli etmeye başlarsa, sessizce bir yere gidip çömeliyor ve dışkıdan rahatsız olduğu için bacaklarını açarak yürümeye başlıyorsa tuvalet eğitimi zamanı gelmiş demektir.

Şunları yapabilirsiniz:

-Çocuğunuzun lazımlığını tuvalette kolaylıkla ulaşabileceği bir yere koyun. Ama lazımlığı evin her yerine götürmesine de izin vermeyin.
-Bezini gündüzleri ne zaman kirlettiğine dikkat edin. Bu zamanlarda lazımlığa oturtmaya çalışın. Eğer bu zamanı tespit etmekte zorlanıyorsanız, kendiniz belli saatlerde onu lazımlığına oturtun. Yemekten sonra uygun bir zamandır. Beslenmeden sonra çocuklar daha kolay kaka yaparlar.Buna gastro-kolik reflex denir.
-Lazımlığa oturmaktan çekiniyorsa ona rahatlatıcı şeyler söyleyin. Onu yalnız bırakmayın. Konuşarak, sevdiği bir oyuncakla beraber oynayarak onu rahatlatmaya çalışın. Tuvalet alışkanlığı kazandırmak ilgi ve zaman gerektirdiği için, anne ve babanın sabırlı olmaları çok önemlidir
-Kimi çocuklar lazımlığı sevmezler. Israrla lazımlığı kullanmaya çalışmayın. Çocuklar için özel üretilen, tuvalet adaptörlerinden deneyin.
-Çocuğunuz inatla lazımlığı da tuvaleti de kullanmayı reddediyorsa zorlamayın. Sonra oturursun diyerek onu zorlamadığınızı ama bu işten de vazgeçmediğinizi belirtin.
-Çocuğunuzun kakasından iğrenir ya da burnunuzu tıkayarak rahatsız olduğunuzu belirtir davranışlarda bulunursanız, çocuğunuz bu normal yaşamsal ihtiyacının ayıp, kötü bir şey olduğunu düşünecektir. Ona, mutlaka bunun çok normal ve herkes tarafından yapılan bir şey olduğunu anlatmanız gerekir.
-Çocuk, çişi geldiğinde oturağı kullanması konusunda cesaretlendirilmelidir,
-Çocuk, düzenli olarak yatağa girmeden önce tuvalete götürülmeli ve oturak yatağın yanına veya yakınına konularak, çocuğun oturağa kolay ulaşması sağlanmalıdır.
-Çocuğunuza bezini yavaş yavaş bıraktırabilirsiniz. Başlarda, gündüz belli saatlerde çıkarılan bezler, daha sonra daha uzun saatler takılmayabilir. Bu dönemde alıştırma külotları size yardımcı olacaktır. Uyuduğu anlarda altını bezlemeye devam edebilirsiniz. Çocuk gündüz düzenli olarak kuru kalıyorsa, evin içinde bezsiz alt çamaşırlarıyla dolaşmasına izin verilmelidir.
-Her çocuk tuvalet eğitimi sürecinde ara sıra altına kaçırabilir. Bu durumda çocuğa kızılmamalı, ayıplanmamalı, cezalandırılmamalıdır. Kaslarını kullanmayı öğrenirken kaçırmalar olağandır ve biraz zaman alabilir,
-Tuvalet eğitiminin her aşamasında çocukla konuşularak, çocuğu cesaretlendirmek gerekir,
-Gece kuruluğu nadiren gündüz kuruluğu ile aynı anda başlayabilse de, çoğunlukla gerçekleşmesi aylar, yıllar alabilir.
-Tuvalet eğitiminin tamamlanması çocuktan çocuğa değişmekle birlikte çocuğun 5 yaşına kadar altını ıslatmamayı, 4 yaşına kadar da altını kirletmemeyi öğrenmesi beklenir.
-Tuvalet eğitimi sürecinde geri dönüşler yaşanabilir. Geri dönüşlerde eğitime bir süre ara verilmelidir. Başarısızlık hissine kapılıp, panik olunmamalıdır.
-Çevrenizdekileri bu dönem hakkında uyarın. Çocuğunuzu olumsuz etkileyecek şeyler söylemelerine engel olun. Onları da ne yapılıp, ne yapılmaması gerektiği konusunda bilgilendirin.

Bir Kitap: Küçük Prens-Saint Exupéry





"Farkettirmeden, kaybedilen birçok küçük mutluluğu hatırlatan bir kitap..."

Kitap: Küçük Prens
Yazar: Antoine de Saint-Exupery
Editör: Mavi Bulut
ISBN: 9789757549000
Sayfa sayısı: 95
Basım Yılı:1987

Küçük Prens (Le Petit Prince), Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry'nin en ünlü romanı. 1943'te yayımlanmıştır. Roman New York'ta bir otel odasında yazılmıştır. Kitapta Exupéry'nin çizimleri de bulunur.
Basit bir çocuk kitabı gibi görünen ama aslında yaşam, sevgi ve aşk hakkında derin anlamlar içeren Küçük Prens'te bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılır.Dünya edebiyatında, çocuklarla büyüklerin aynı oranda sevdikleri bir avuç kitaptan biri belki de birincisidir Küçük Prens; okuyanın dünyasını şu ya da bu derecede ama kesinlikle değiştiren nadir öykülerden biridir. Yazar, bir gün Büyük Sahra üzerinde uçağı arızalanınca çöle zorunlu iniş yapışını ve burada başka bir gezegenden gelen Küçük Prens'le tanışmasını anlatır. Yazarla küçük uzaylının arasında filizlenen dostluk ikisine de yaşamın önemli gerçekleri konusunda unutulmaz dersler verecektir. Küçük Prens hem bilim kurgu hem masal ama her şeyden önce insan ruhunun doğrularını tatlı bir biçimle okurun belleğine kazıyan benzersiz bir öyküdür. Saint-Exupéry, insanların hatalarını ve aptallıklarını, büyüdükleri zaman unuttukları basit çocuk bakışını vurgular.

Dünya çapında çok okunan ve çok sevilen bu kitabın yazarı Saint Exupéry, kitabı yazdıktan altı yıl sonra Le Petit Prince adlı bir uçakla keşif uçuşu yaparken Akdeniz üzerinde kaybolur ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Fransa'da çok sevilen Küçük Prens'in resmi 50 franklık banknotların üzerine basılmıştır.

9 Haziran 2009 Salı

Emniyet kemeri ve bebek oto koltuğu kullanımı




Çocukluk döneminde (2-14 yaş) olan ölümlerin önemli bir bölümü trafik kazasına bağlıdır . DSÖ tarafından yapılan tahminlere göre, 2002 yılında 180 500 çocuk trafik kazası sonucu yaşamını yitirmiştir; bu ölümlerin yaklaşık %97'si orta ve az gelişmiş ülkelerdedir . 2002 yılında ABD'de motorlu taşıt kazası yaralanmasına bağlı 1 785 çocuk yaşamını yitirmiştir. Çocukların %50'sinin koruyucu önlemlerden hiçbirini kullanmadığı saptanmıştır. Eğer çocuklar, otomobile koruyucu sistemlerden biriyle tespit edilselerdi, en azından yarısının ölmeyeceği tahmin edilmektedir . Çocuk koruyucu sistemleri içinde, çocuk araba koltukları ve emniyet kemeri bulunmaktadır.
Çocuk araba koltukları her yaş gurubu çocuk için farklıdır. Bebek koltukları,doğumdan, 8-9 kg oluncaya kadar ve bir yaşın altındaki çocuklara göre tasarlanmıştır. Çocuğun kendi kendine hareket edeceği döneme kadar kullanılmaktadır. Bebek koltukları otomobilde arka koltukta arkaya bakacak biçimde yerleştirilir ve emniyet kemeri ile otomobilin içine sabitlenir . Bebek koltuklarının arkaya bakar biçimde yerleştirilmesinin nedeni, bebeğin duyarlı olan kafa ve boyun yapısının korunmasıdır . Kaza sırasında oluşacak çarpma etkisi ile, ileri hareket eden kafa ağırlığını boyuna bindirmeyerek, boyun kırıklarını önlemiş olur.

Hareketli çocuk koltukları, 8-9 kg üstünde, ancak bir yaşın altında olan çocuklar ile 18 kg’a ve dört yaşına kadar kullanılır. Bir yaşın altındaki çocuklarda hareketli çocuk koltukları otomobilde arka koltuğa arkaya bakacak biçimde, daha büyük olan çocuklarda öne bakacak biçimde yerleştirilir . Daha büyük olan çocuklarda bir üst koruma sistemine geçilir. Destek koltukları,dört yaşından büyük olan ve hareketli çocuk koltuklarına artık büyük gelen, ancak emniyet kemeri kullanacak kadar büyümemiş olan çocuklar için geliştirilmiştir. Destek koltuğu ile çocuk emniyet kemerini rahatça kullanır ve camdan dışarıyı da seyredebilir. Çocuk emniyet kemeri kullanacak kadar büyüdüğünde mutlaka arka koltukta oturtulmalı ve çocuğun emniyet kemeri takılmalıdır Çocuk koruma sistemleri kullanılırken dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Özellikle hava yastığı bulunan otomobillerde çocuk koruma sistemleri sürücünün yanındaki yere yerleştirilmemelidir. Yerleştirilen çocuk araba koltukları, arkadaki koltuğa emniyet kemerleri ile sabitlenmelidir.
Çocuk koruma sistemlerinin yaralanmaları azaltıcı etkilerine DSÖ'nün 2004 raporunda değinilmiştir. Rapora göre, çocuk koruma sistemleri arkaya bakacak biçimde yerleştirildiğinde tüm yaralanmaları %76, ciddi yaralanmaları %92 azaltmaktadır Eğer çocuk koruma sistemleri öne bakacak biçimde yerleştirilirse tüm yaralanmaları %34,ciddi yaralanmaları %60 azaltmaktadır.
Yapılan çalışmalarda, otomobili süren kişinin emniyet kemeri takması durumunda çocuk koruma sistemlerinin kullanımının üç kat arttığı gösterilmiştir. ABD'de 2002 yılında emniyet kemeri takan sürücülerin çocuk koruma sistemi kullanımı %92 iken, emniyet kemeri takmayan sürücüler için çocuk koruma sistemi kullanımı %72'dir. Ailenin emniyet kemeri kullanımı ile çocukların koruma sistemleri içinde bulunma olasılığı artmaktadır.Çocuğun yaşı arttıkça, çocuk koruma sistemi kullanımı düşmektedir. Örneğin, ABD'de bebek koltuğu kullanımı %99, hareketli çocuk koltuğu kullanımı %94 iken destek koltuğu kullanımı ancak %83'tür Birçok Avrupa ülkesinde (Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Almanya vb) 12yaşından küçük çocukların önde oturmaları yasaktır. Ayrıca bazı Avrupa ülkelerinde(Fransa, Norveç, Portekiz vb.) çocuk koruma sistemlerinin kullanılması zorunludur .

Çocuğum 2 yaş sendromu mu?





İki yaş dönemi çocuk gelişiminin en önemli ve en zor devresi. Sık sık yaşanan öfke nöbetleri anne ve babalara zor anlar yaşatmakta. Ancak problemlere karşı hazırlıklı olarak 2 yaş sendromunun üstesinden gelmek mümkün.
Anne ve babalar bebeklik döneminin yorucu temposundan kurtulduktan sonra her şeyin daha kolay olacağını düşünüyorlar. Ancak, her yaşın ayrı bir zorluğu olduğunu hatırlatmakta yarar var. Özellikle çocuklarda özerklik dönemini diye adlandırılan 12-36 aylarda önemli değişiklikler gözleniyor. 2 yaşla birlikte çocuklar sadece yürümekle, konuşmakla yetinmiyor, kendi bildiklerini okuyorlar. Sinirleniyor, ağlıyor ve öfke nöbetlerine kapılıyorlar. Bu noktada aileler ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Öncelikle sorunlara karşı hazırlıklı olmak gerekiyor. İki yaş ve sonrasında anne - babaların kendilerini nelerin beklediğini bilmeleri son derece faydalı. Sebepleri bilindikten ve gerekli önlemler alındıktan sonra iki yaş dönemini atlatmak aslında hiç zor değil.

Doğal bir tepki
Bu negatif dönemde çocuk dengesiz, olumsuz ve inatçı oluyor. Anne ve babasıyla sürekli çatışma halinde olan çocuk onların istediğinin tam tersini yapıyor. Kısa bir süre öncesine kadar neşeli, söz dinleyen ve kolay yönetilebilen çocuk, birdenbire ters ve huysuz oluyor.
2 yaş çocuğunda yargılama düzeyi oldukça yetersizken güçlü irade kombinasyonu onun anne babayla sıkça çatışmasına yol açar. İşte bu çatışmaların en üst noktası öfke nöbetleridir. Bu nöbetler çocuğun mutlaka kötü huylu, iyi yetiştirilmemiş ya da sorunlu olduğu anlamına gelmez. Sadece bu yaşlarda doğal kabul etmemiz gereken kontrolsüzlüğün ifadesi diyebiliriz. Çocukların öfke davranışları ; her şeye itiraz etme, ağlayıp kendini yere atma, başını duvara veya yere vurma, yemeği reddetme, yediği yemeği kusma, eline geçeni fırlatma gibi oldukça çeşitlidir.

Öfkenin nedenleri
İki yaşına kadar edilgen, bağımlı ve güçsüz olan çocuk, yürüme ve konuşmanın başlamasıyla kendini ifade etmenin yollarını ararken sosyalleşmenin de adımlarını atıyor. Sosyalleşmeye çalışırken de kendilerinde öfkeyi oluşturacak uyaranlarla karşılaşıyorlar.Bu uyaranlar şu başlıklar altında toplanabilir:
• Oyuncağının elinden alınması
• Yıkanma
• Engellenme
• Baskılı tuvalet eğitimi
• Yemek yeme
Annenin aşırı koruyucu olması, ailede öfke ve şiddet ve yoğun stres, çocuğun fizyolojik ve psikolojik gereksinimlerinin doyurulmaması,aşırı kuralcı anne-baba davranışları, kardeş kıskançlığı gibi durumlarda da öfke davranışlarıyla karşı karşıya kalınıyor.

Anne ve babaya düşen görevler
Bu dönem anne-baba ve çocuk arasında ilk çekişmelerinde yaşandığı bir dönem olduğu için, onların dengeli ve tutarlı davranışları oldukça önemli. Her şeyden önce anne-baba bu olumsuz tutum ve hırçınlıkların geçici bir durum olduğunu bilerek sabırlı davranmalı, çocuğu katı bir düzene zorlamadan, soğukkanlı bir biçimde çocukla gereksiz çekişmelere girmeden ilgisini oyunlara yönlendirmeli. Psikolog Yazıcı anne ve babalara şu uyarılarda bulunuyor: “ Anne - baba çocuğu korkutmamalı, öfkeyi dindirmek için çocuğun her istediğini yapmaktan kaçınmalı,davranışla uyumlu olmayan gereksiz cezalar uygulamamalı, çocuğun öfkeli davranışları anne-babanın öfkesine yol açmamalıdır. Zaten çocuğun problemi, sakinleşememektir. Anne baba da sinirlenirse çocuğun öfkesi beslenir. Doğru olan çocuğun yanından çıkmak, sakinleşene kadar yalnız bırakmak, daha sonra yanına gelmektir. Unutulmamalı ki bu yaşta çocuğun öfkesi sosyal çevreye uyum çabalarının da bir parçasıdır. Çocuğun her türlü öfkesini kısıtlarsak bu kez öfkeyi kendine yönelten çocuk kendini ısırmaya, saçlarını koparmaya yani kendine zarar vermeye başlar."
Bazen çocuğun öfke krizleri karşısında anne - baba çözüm üretemiyor, hatta çocukla ilişkileri bozulma noktasına geliyor. İşte bu noktada sadece öfke gösteren çocuğun değil ebeveynlerin de profesyonel yardım almalarında fayda var.

Nasıl yaklaşmalı?
-Sonsuz sabır ve güleryüz.Biz sakin oldukça, onlar da gevşiyor.
-Seçme şansı sunmak. Örneğin et ve sebze yiyecekse evdeki mevcut yemeklerden birkaç tanesini sormak. Aynı zamanda, tabaklarını, çatallarını v.s göstererek kendisinin seçmesine şans tanımak.
-Ağlama krizlerinde-eğer evdeyseniz- onu yanlız bırakmak işe yaryabilir. Sanılanın aksine, onu sakinleştirmeye çalışmak daha da hırçınlaştırıyor.

Çocukları kanserden korumanın yolları




Çocuklarda kansere zemin hazırlayan faktörleri şöyle sıralayabiliriz:

Radyasyon kirlenmesi
Kirlenen topraklar
Gereksiz radyolojik incelemeler
Cep telefonu, bilgisayar ve TV nedeniyle manyetik kirlenme
Zararlı kimyasallar
Hazır gıdalar
Gıdalara ilişkin kötü saklama koşulları
Islak mendil kullanımı
Doğal olmayan kozmetiklerin aşırı kullanımı

ÇERNOBİL'İN ZARARINI KABUL EDELİM

Radyasyon: Ülkemiz güneşin bol olduğu bir ülke. Bu nedenle annelerin hamilelik sırasında güneş koruyucu kullanmaları büyük önem taşıyor. Güneş koruyucuların yüksek faktörde kullanılması gerekiyor.

Radyasyon kirlenmesi de Türkiye açısından önemli. Özellikle 20 yıl önce ortaya çıkan Çernobil faciasında ülkemiz bazı zararlar gördü. Bu zararların etkileri sağlık sektörüne, halka güvenilebilir bir ölçüde yansımadı. Bulutlarla radyasyon partikülleri taşındı. Özellikle de üç önemli radyoaktif maddenin zararından söz etmemiz gerekiyor: Sezyumun zararlarından kurtulmak için en az 30 yıl geçmesi lazım. Amerikum ve platonyum ise binlerce yıl ülkemizde zararlarını gösterebilecek. Bunlarla kirlenmiş durumdayız. Bunu kabul etmemiz gerekiyor.

Hiroşima''daki tecrübeden sonra ülkede 5–10 yılda kan kanserleri, daha sonraki yıllarda katlanarak beyin tümörleri, böbrek, karaciğer, göz gibi kanserler giderek artan sıklıkta görülmeye başladı.

KİRLENMİŞ TOPRAKLARI ARINDIRMAMIZ GEREKİYOR

Kirli topraklar: Bilimi inkar etmemek gerekiyor. Kirlendiğini kabul etmemiz ve kirli toprakları arındırmamız gerekiyor. Kirli topraklarda besin üretilmesi, su ve su ürünleriyle ilgili halka yansıyan tüketim maddelerinin yasaklanması çok önemli. Bunun bir sağlık politikası olarak benimsenmesi lazım.

Gereksiz tetkikler: Radyasyonu bazı bilinçsiz kullanımlarla da alabiliyoruz. Lüzumsuz tanısal tetkikler, her öksürükte akciğer filmi, her başını çarpışında MR gibi incelemeler gereksiz yere yapılmamalı. Röntgen, BT konusunda da dikkatli olunmalı.

Manyetik kirlenme: Cep telefonları günümüzde artık ilkokul çocukları tarafından bile kullanılıyor. Üstelik cep telefonları çocukların eline oyuncak diye verilse ve başına oyuncak diye konulsa bile zarar verebiliyor. Plazma televizyonların zararı daha az. Çocuklara televizyon karşısında yemek yedirilmesi doğru değil, televizyon izlenmediğinde mutlaka kapatılmalı.

Elektrikli aletlerden elektro manyetik kirlenmeye maruz kalıyoruz. Elektrikli tüm cihazlarla kirlenme yaşıyoruz. Kullanmayınca kapalı tutmak ve çocukların bulunduğu ortamda kullanımını en aza indirgemek gerekiyor. Bir birikimle söz konusu cihazların zararlarını belirgin hale getirmek söz konusu oluyor. Çocuğun 1–2 saatten fazla bilgisayarla oynamaması lazım. Daha üç aylık bebeklere reklâmlarla mama yediriliyor, televizyon karşısında emziriliyor. Çocuğun iletişimi konuşması gecikiyor. Topluma açılması açısından da sakıncalı.

YALANCI MEMEYE ALIŞTIRMAK ZARARLI

Zararlı kimyasallar: Teknolojinin gelişmesi ve insan yaşamının kolaylaştırılmasına yönelik birçok ürün zararları da birlikte getirdi. Bazı basit önlemler alabiliriz. Bebeklere yalancı meme verilmemeli, plastik biberon kullanılmamalı, plastik kapta bebek maması hazırlanınca ortaya zararlı maddeler çıktığından tercih edilmemeli. Onun yerine cam biberon kullanmamız daha doğru. Sıcak mama cam biberonun içinde bebeğe verilirse daha sağlıklı.

Hazır gıdalar: Anne emzirmeye yüreklendirilmeli. Doğal koşullar zorlanmalı, suni meme başları meme ucuna konularak emzirmekten kaçınılmalı. Plastik kaplar sulu ve ıslak gıdalara ambalaj maddesi olarak kullanılmamalı. Bisküvi, çikolata, gofret ve cipslerin hazırlanışı sırasında kullanılan katkı maddeleri, ambalaj ürünleri önemli zararlara neden oluyor. Çocuk hayatı boyunca onlarca, yüzlerce bu maddelerden tüketirse zarar oluşuyor. Kızarmış patates yesin cips yerine, jelibon değil boyasız şeker, annenin evde yapacağı kurabiyeden yesin daha sağlıklı.

Saklama koşulları: Alüminyum folyo da sulu ve sıcak besinlere ağır metaller bırakıyor. Bunlar da vücutta beyinsel hastalıklara ve kanserlere neden olabiliyor.

Islak mendiller: Gerek taşıdıkları elyaflar nedeniyle gerekse kullanılan alkol ya da kimyasal madde nedeniyle bazıları büyük zararlar verebilir. Bebeklerin altını bunlarla silmek yerine, akan suda bebeğin altını yıkamak lazım. Pamuklu bezlerle kurulamak da önemli. Annenin kullandığı kozmetik ürünler çok zararlı. Gençler saçlarını 15–16 yaşlarında boyuyorlar. Birçokları inorganik boya maddeleri içeriyor. Ne kadar az bu maddeler alınırsa genler üzerindeki zararlar azalır. Dokularında biriken özellikle yağlı dokularla hormon hücrelerinde kimyasal zararlar birikiyor. Kendinden sonraki nesillere de bunu aktarabiliyor.

Kozmetik ürünler: Bozuk genler ve hücrelerle doğan çocukta daha kolay, daha dirençli ve daha erken yaşta kanser çıkıyor. Kozmetik nemlendiriciler, saç boyaları, vücut incelten selülit ve zayıflama kremleri, bebek sabunları, şampuanlar, bebekte kullanılan pişik önleyicilerin içinde o tüpe ait kullanımda zararlı doz olmasa da belirli standartları korumadan yapılıyorsa birikmiş kullanımlar zararlı etkiler yaratıyor. Gerekli değilse çocuklara nemlendirici kullanmamak, doğal sabunlarla bebek banyosu yaptırmak, kokulu, katkılı maddeli ürünlere hiç rağbet etmemek gerekiyor.

Kaynak: Prof. Dr.İnci AYAN

Domuz Gribi ve Korunma Yolları





Domuz gribi nedir?
Domuz gribi, A tipi grip virüslerinin sebep olduğu bir solunum yolları enfeksiyonudur. Bu hastalık domuzlarda ani ateş yükselmesi, öksürük, burun ve gözlerde sulanma, hapşırma, solunum zorluğu, gözlerde kızarma ve iştahsızlık gibi belirtilere yol açar. Domuz gribi virüsleri doğrudan domuzdan domuza yakın temasla veya virüslerle kirlenmiş cisimlerle bulaşır.

Domuz gribinin normal gripten farkı var mıdır?
Domuz gribinin sebep olduğu hastalık tablosunun insan grip virüsleri ile ortaya çıkan hastalıktan bir farkı yoktur. Gribin tipik belirtileri 40 dereceye kadar çıkan ateş, baş, eklem ve kas ağrıları, öksürük, halsizlik ve iştahsızlıktır. Bazı hastalarda burun akıntısı, burun tıkanıklığı, boğaz ağrısı, bulantı, kusma ve ishal de görülebilir.

Domuz gribi insanlara nasıl bulaşır?
Hastalık, gripli kişinin öksürmesi, aksırması, hatta konuşması sırasında havaya saçılan virüslerle veya bunlarla kirlenmiş eşyalara temas edilmesiyle bulaşıyor. Gripli kişi hapşırdığında ağzını eliyle kapatmasıyla eline bulaşan virüsler de hastalığın yayılmasında büyük önem taşıyor. Domuz virüslerinin insanlara bulaşması olağan değildi, ama domuz gribinin insanlarda seyrek de olsa hastalık yapabildiği bilinmekte idi. Bunlar çoğu zaman domuz endüstrisinde çalışan işçiler gibi domuzlarla doğrudan temasları olan kişilerdir.

Domuz gribi neden tehlikelidir?
Şu sırada Meksika domuz gribi salgının korkutucu olan tarafı, bu salgındaki virüslerin önceki domuz gribi virüslerinden farklı olarak domuzlardan insanlara ve insanlardan insanlara kolay bulaşmasıdır. İnsanların bağışıklık sistemi domuz H1N1 virüsü ile daha önce hiç karşılaşmamış olduğu için virüs bulaşan her insan hastalanmaktadır. Nitekim virüs bu özelliği sebebiyle de kısa zamanda 40' a yakın ülkede binlerce insana bulaşmıştır.

TEHLİKELİ AMA ÖLÜME YOL AÇMA ORANI DÜŞÜK

Domuz gribi öldürücü bir hastalık mıdır?
Domuz grip virüsünün insanlarda yaptığı hastalık öldürücü olmakla beraber olayın sevindirici tarafı hastalığın ölümlere yol açma oranının çok yüksek olmamasıdır. Domuz gribi son iki ay içinde 8 binden fazla insanda görülmüş, bunların 70 kadarı ölmüştür. Buna göre domuz gribinin insanlarda ölüme yol açma oranı yüzde birin de altındadır. Bu virüsün domuzlarda da ölüme yol açma oranı da yüzde 1-4 arasında değişmektedir.

Nasıl teşhis edilir?
İnfluenza A virüsünün teşhisi solunum yolları salgılarında virüsün gösterilmesiyle olur. Hastanın kanında grip virüslerine karşı oluşmuş antikorların ölçülmesiyle de teşhise varılabilir.

ÇOCUKLAR 10 GÜN BOYUNCA VİRÜS YAYIYOR

Hastalar kaç gün süreyle virüs saçarlar?
Grip hastaları genel olarak 4-5 gün süreyle etrafa vürüs saçarlar, ama bazı kişilerin özellikle de çocukların on günden fazla virüs yayabildikleri unutulmamalıdır.

Hastalık virüsü aldıktan ne kadar sonra belirti verir?
Grip hastalığının ortalama kuluçka süresi birkaç gündür, ancak bu süre bazen bir haftayı da bulabilir. Bu sebeple hasta kişilerle temas ettikleri bilinen insanların bir hafta süreyle dikkatle izlenmeleri gerekir.

Domuz gribinden korunmak için neler yapılmalıdır?
Grip olmamanın tek çaresi hasta kişilerle temas etmemektir. Evinizde oturur, kapı dışına çıkmazsanız grip de olmazsınız. Ama işe gidiyor, otobüse, trene biniyor, kapalı ortamlarda bulunuyorsanız grip salgınından etkilenmemeniz çok zordur, çünkü grip virüslerinin bulaşıcılıkları çok fazladır. Gripten korunmada, salgınlar sırasında mümkün olduğunca kapalı mekânlarda bulunmamak, tokalaşmamak, göz veya başla selamlaşmak, elleri sık sık yıkamak çok önemlidir. Grip belirtileri gösterenler de evde istirahat etmelidir. Böylece hem hastalığı daha çabuk atlatırlar ve hem de başka insanlara virüs bulaştırmamış oluyorlar.

ANTİBİYOTİK YARAR DEĞİL ZARAR VERİR

Antibiyotikler faydalı mıdır ve gribe karşı neler yapılmalıdır?
Grip tedavisinde amaç, hastalık belirtilerini gidermek ve hastayı rahat ettirmektir. Antibiyotik kullanmak gereksiz, hatta zararlıdır. Çünkü virüslere antibiyotiklerin hiçbir etkisi yoktur. Antibiyotikler komplikasyonlar için doktor önerisiyle kullanılabilir. Öksürük şurupları ve grip ilaçlarının da genellikle hiçbir yararları olmadığı gibi, yan etkileri hastaları daha çok rahatsız da edebilir. Özellikle 6 yaşından küçük çocuklara bu tür ilaçları vermekten olabildiğince kaçınmalıdır. Karaciğerde yağ birikimi, beyin içi basınçta aşırı yükselmeye yol açan Reye sendromuna karşı da, 16 yaşından küçüklere ateş düşürücü olarak aspirin verilmemelidir. Grip belirtisi gösteren kişilerse hemen doktora başvurmalı ve kesinlikle topluma karışmamalıdır. Bu kişiler öksürürken veya hapşırırken ağız ve burunlarını kağıt mendille kapamalı ve mendil daha sonra çöpe atılmalıdır. Eller sık sık, günde ortalama 10 kere su ve sabunla yıkanmalıdır. Bu amaçla özel bir sabun veya dezenfektan kullanmanın bir farkı yoktur. Başkalarının kullandığı eşyalara temas edilmemelidir. Eller göz, burun ve ağza değdirilmemelidir.

Göbek kordonu kanı saklanması




Hamileliğiniz süresince bebeğiniz ile aranızdaki en güçlü,en kımetli ve en hayati bağ göbek kordonu ile sağlanmaktadır. Oksijen ve diğer besinlerin anne kanından bebeğinizin kanına geçmesi göbek kordonu ile mümkündür. Yani bebeğinizin göbek kordonu ile hayata bağlanmaktadır. Göbek kordonu bebeğinize yaşamsal anlamda anne karnında eşlik ederken doğumundan sonra da bazı özel durumlarda başvurulacak kaynakların başında gelmektedir. Peki nasıl oluyor da doğum sonrasında çöpe atılacak bir şey sonrasında da bu kadar değerli olabiliyor? Cevap “Göbek Kordonu Kanı”nda... göbek kordonu ve plasenta içinde kalan kanda vücudumuzda bulunan birçok hücreye dönüşebilme, biz yaşlanırken bozulan, yorulan, hastalandığımızda hasarlanan dokuları yenileyebilme özelliğine sahip “kök hücreler”i içermektedir.


Kordon kanı neden saklanır?
İlk uygulama 1989'da Gluckman ve Broxmeyer tarafından bir kalıtsal kansızlık (Fanconi anemisi) hastalığında gösterildi. Hastanın bir akrabasının göbek kordonu kanından elde edilen kök hücreler hastaya nakledilince hastalık tamamen ortadan kaldırılabildi. Daha sonra 143 hastalık ilk seri 1997'de açıklandı. Burada kan kanseri, kemik iliği yetmezliği ve kalıtsal diğer bazı kan hastalıklarında uygulandı ve çok başarılı oldu.

Kök hücrelerinin bir diğer kaynağı tüp bebek ünitelerinde laboratuarda elde edilen embriyolardır. Ancak embriyoların bir canlı olduğu ve sadece yedek parça amaçlı kullanımı demek olan bu yöntem etik olmadığından yasaklandı.

Göbek kordonu kanından elde edilen kök hücre tedavisinin tek alternatifi uygun verici bulunabildiği takdirde kemik iliği naklidir. Ancak uygun verici bulma olasılığı çok düşüktür ve ihtiyacı olan hastaların 1/2-1/3'de hiç mümkün olmamaktadır. Böylece hastaların önemli bir kısmı (çoğu çocukluk çağı kan kanserleri dolayısıyla) sadece uygun ilik bulunamama sorunu yüzden hayatını kaybetmektedir. Oysa kök hücre yönteminde hücreler kendi hücreleri olduğu için garanti söz konusudur, ayrıca tedavi edebileceği ciddi hastalıkların sayısı kan kanseri ile sınırlı değildir, bugünün koşullarında bile çok sayıdadır ve her geçen gün bu sayının artacağı bilinmektedir.

Türkiye'de İhtiyaç
Türkiye doğurganlık ve nüfus artışı oranı yüksek bir ülkedir. Ülkemizde her yıl en az 2.000.000 doğum olmaktadır. Sadece çocukluk çağı kan kanserleri, kemik iliği hastalıkları ve kalıtsal kan hastalıkları dolayısıyla Türkiye'de her yıl onbinlerce kemik iliği nakline ihtiyaç doğmaktadır. Uygun verici bulunamadığından kemik iliği nakillerinin çoğu yapılamamaktadır. Göbek kordonu kanından yapılacak kök hücre nakli kemik iliği nakillerinin yerini doldurabilecek tek yoldur.

Kordon kanı ile tedavi edilebilen hastlıklar
Akut ve kronik lösemiler, Amiloidoz, Aplastik anemi, konjenital sitopeni, Fanconi anemisi, Myelofibrozis, Hodgkin ve Nonhodgkin lenfoma, metabolik depo hastalıkları, orak hücreli anemi, Talesemi majör, kötü huylu tümörler (beyin, over, testis vb.), SLE, Multiple Skleroz, Romatoit Artrit.

İstanbul Oyuncak Müzesi




Zeus`un Helikon dağında oturan dokuz güzel kızına “Musalar” denir. Onların bir diğer adı da ilham perileridir. Müze sözcüğünün kaynağı Musalar`dır. Yani, müze ilham perisi demektir. Sunay Akın, kitaplarından, sahne gösterisinden, hazırladığı radyo ve televizyon programlarından kazandıklarıyla bir ilki gerçekleştirdi ve “İstanbul Oyuncak Müzesi”ni açtı. Sanatçı “İlham perilerinin bana kazandırdığı okurlarımın ilgisi, sevgisi bana yetiyor. Paralarla da antika oyuncaklar satın aldım ve ilham perilerine bir ev kurdum!” diyor.
Sunay Akın, bir oyuncak müzesini ilk kez, on beş yıl önce bir etkinliğe davetli olarak gittiği Almanya`da gördü. Müzeden etkilenen Akın, ülkesinde böyle bir müze kurmaya o an karar verdi. Berlin`den, bir antikacıdan satın aldığı oyuncak bir atın süvarisi olarak düşüne doğru yola koyuldu.
İstanbul Oyuncak Müzesi, şairin İstanbul Göztepe semtinde ailesine ait tarihi bir köşkte kuruldu. 500 metre karelik bir alanda, yaklaşık iki bin adet oyuncak sergileniyor. Oyuncakların sergilendiği her oda bir tiyatro sahnesi görünümünde. Uzay oyuncaklarının olduğu bölüme girdiğinizde başınızın üstünde yıldızlar yanıp sönerken, oyuncak trenler gerçek bir tren kompartımanının içinde sergileniyor. Ziyaretçiler, müzenin kafeteryasında ise kız çocuklarının evcilik oyuncakları arasında dinleniyorlar. Müzede ayrıca yetmiş kişilik bir toplantı ve gösteri salonu da bulunuyor. Bu salona, müzeye katkılarından dolayı İyigün Özütürk`ün adı verildi.
Sunay Akın, yurt içinden ve yurt dışından yaklaşık dört bin adet oyuncak topladı. En eski oyuncak 1817 yılına ait, Fransa`da yapılan bir oyuncak keman… 1820 yılında Amerika`da yapılan bir bebek, yine aynı ülkeden 1860 yılına ait misketler, Almanya`da yapılan yüz yaşında teneke oyuncaklar ve porselen bebekler müzenin en eski eserleri arasında.
İstanbul Oyuncak Müzesi`nin girişinde bir mahalle oyuncakçısı karşılıyor sizi. Bir zamanlar kasabın ve bakkalın arasında kendine yer bulan, ama zaman içinde tutunamayarak kaybolan bu küçük oyuncakçı dükkanları müzede yaşatılıyor. Ayrıca, müzenin bir köşesinde tarihi Eyüp Oyuncakçısı da canlandırılıyor. Eyüp Sultan Camisinin yanında bulunan ve 1950`li yıllara kadar varlığını koruyan Eyüp oyuncakçılığı müzenin en ilginç köşelerinden birini oluşturuyor. Müzenin hediyelik eşya bölümünde de yeni yapım tarihi Eyüp oyuncakları satılıyor. Sunay Akın böylelikle bir tarihi değerimizi günümüze taşıyor.
Müzenin tasarımı Ayhan Doğan tarafından yapıldı. Sahne tasarım sanatçısı Ayhan Doğan, iki yıllık bir çalışmanın sonunda Sunay Akın`ın düşünü renklendirdi, müzenin insanlarla buluşmasındaki başrol oyuncularından biri oldu.
Toplumlar müzelerden geçerek aydınlanırlar. Bir toplum, önce kalkınıp sonradan müzelerini kurmazlar. Önce müzeler kurulur, insanlar buralardan geçerek aydınlığa ulaşırlar. Sunay Akın`ın oyuncak müzesi bu bakımdan aydınlanmaya sunulan bir armağandır.
Ziyaret Saatleri: Pazartesi hariç, Hafta İçi: 09:30-18:00 Cumartesi-Pazar 09:30-19:00 (Müze, Pazartesi günleri kapalı)
Ömerpaşa Caddesi Dr. Zeki Zeren Sokağı No:17
Göztepe / İST
Tel:(216) 359 45 50 - 51

http://www.istanbuloyuncakmuzesi.com/tr/

8 Haziran 2009 Pazartesi

Bir Kitap: Düşe Kalka Büyümek-Yankı YAZGAN




Editör: Doğan Kitap
ISBN: 978-605-111-135-3
Sayfa sayısı: 224
Ebat: 14x21 cm
Yayın tarihi: Nisan 2009


Bebekle ilk ilişki nasıl kurulur?Babaların çocuklarıyla ilişkilerinin oturması için ne kadar beklemek gerekir?Genler beynimizi nasıl biçimlendirir? Anne baba ile çocuğun ilişkisi, genlerin çalışmasını nasıl etkiler?Televizyonun, bilgisayarın, reklamların ve kitapların çocukların hayatında yarattığı olumlu ve olumsuz etkiler nelerdir?Özgüven şart mı? Kendini iyi tanıyan, kendiyle barışık çocuklar yetiştirmek mümkün mü?Savaş, deprem, ölüm, boşanma...Öğrenmeyi kolaylaştıran ve zorlaştıran etkenler nelerdir?Depresyon, dikkat bozukluğu, hiperaktivite, tikler, takıntılar, intihar fikirleri, otizm, korkular konusunda neler yapılabilir?Çocuk psikiyatrisi nasıl yardımcı olur? Doktorlardan neler beklemeliyiz?Çocuklu hayat, çocuklarla bir şekilde karşılaşan herkesin içinde olduğu hayattır. Prof. Dr. Yankı Yazgan bu kitapta çocuklu hayatın bilinmesi gereken ayrıntılarına değiniyor. Çocuklu hayata bilimin kılavuzluğunda, ama gerçeklikten kopmadan, ayağı yere basarak bakıyor ve hayatın iniş çıkışlarını, düşe kalka büyümenin çeşitli yanlarını ele alıyor.“Biz düşe kalka büyüdük, çocuklarımız da düşe kalka büyüyecekler” diyor Yankı Yazgan. “Bilgi ve sevgimiz, yara bereyi azaltacak” diye de ekliyor.


Prof. Dr Yankı Yazgan (1959), Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Profesör, Yale Child Study Center’da öğretim görevlisidir. Çocuk/genç ve aile psikiyatrisi alanlarındaki bilimsel yayınlarının yanı sıra kitapları ve seminerleriyle de alanında bildiklerini toplumla paylaşmaktadır.

3 Haziran 2009 Çarşamba

Sigara içilen evlerdeki çocuklar pasif içicilikten dolayı büyük zarar görmekte..




Sigara içen kişi yalnızca kendine zarar vermekle kalmaz, içtiği sigaranın dumanından etrafındaki kişiler de zarar görür. Pasif içicilik, kendi istemleri dışında, kişilerin kapalı alanlarda içilen sigara dumanlarını solumalarıyla ortaya çıkan durumdur. Sigara dumanı toksik ve kanserojeniktir. insan yaşamının önemli bölümü kapalı yerlerde geçmektedir. Kapalı ortamların da en önemli kirleticisi sigara dumanıdır. Sigara dumanı ile kirlenen kapalı ortamları normal havalandırma ya da bina içi hava filtrasyonları ile temizlemek olası değildir. Bu ortamların havalarının temizlenebilmeleri için, normal filtrasyonların ventilasyonunu 200 kat daha arttırmak gereklidir. Pasif içicilikle ilgili yapılan birçok çalışmada sigara içilen ortamlarda bulunan kişilerin sigara içmeseler bile, sigara içen kişiler kadar etkilendikleri ortaya konmuştur.

Kişilerin sigara ile en sık karşılaştıkları kapalı ortamlar ev ve işyerleridir. Kişilerin sigaradan etkilenmeleri; ev ortamlarında, ev içinde içilen sigara miktarı ile, iş yaşamında ise dumanı ortamda yaşamak zorunda kaldıkları süre ile bağlantılıdır.


Çocuk daha doğmadan önce anne karnında iken sigarayla tanışmaktadır. Çalışmalarda sigaranın anne karnında solunum sisteminin yapısal oluşumunu ve işlevlerini kötü yönde etkilediği gösterilmiştir. Bu etkiler özellikle kız bebeklerde daha fazladır. Bunun nedeni olarak da sigara içen annelerde kan kortizol ve dihidroepiandrosteron düzeylerinin yükseldiği, bunun da bebeklerin akciğerlerinin maskulizasyonla karşılaşmalarına neden olduğu, buna bağlı olarak da daha dar hava yollarının oluştuğu gösterilmiştir. Anatomik yapı bozukluğunun yanında işlevsel olarak da bozukluklar saptanmıştır. Anne karnında sigara ile karşılaşan çocuklar bu nedenlerden dolayı doğduklarında wheezing ve astım riski ile daha çok karşı karşıyadırlar. Bu çocuklarda yaşamlarının ilk yıllarında, bronşiolit ve bronşit gibi hastalıklarla karşılaşmadan bile, akciğer işlevlerinde azalmalar saptanmıştır.


Doğumdan sonra, öncelikle anne babanın ve belki de evdeki diğer aile büyüklerinin içtikleri sigarının dumanı ile karşılaşır. Büyüdükçe örnek aldığı erişkin davranışlarından edindiği sigara içme alışkanlığı ile yaşamını sürdürür. Çalışmalar her dört çocuktan üçünün evde sigara dumanı ile karşı karşıya kaldığını göstermiştir. Sürekli sigara içilen ortamlarda bulunan çocuklar sigara içmeyi normal davranış olarak gördüklerinden, çok erken yaşta sigaraya başlamaktadırlar. Bugün dünyada sigaraya başlama yaşı 10-12'dir. Her gün yaklaşık 5.000 çocuk sigaraya başlamaktadır. Birçok çalışma pasif içiciliğin özellikle ilk 2 yaşta akut solunum sistemi hastalığı (larenjit, trakeit, bronşit, pnömoni) sıklığını arttığını göstermiştir. Özellikle her iki ebeveynin sigara içicisi olmasının bu riski iki kat arttırdığı saptanmıştır.


Sigara maruziyeti 0-11 aylık bebekleri ciddi olarak, 1-4 yaş grubu çocukları ise daha az etkilemektedir. Pasif içiciliğe bağlı pnömoni ve bronşiolit sonucu hastaneye yatma sıklığı da artmıştır. Ayrıca bu hastalıklardan hastaneye yatırılarak tedavi olma gerekliliği 5 yaşa kadar yükselmiştir. İsrail'de 10.672 bebekte yapılan bir çalışmada sigara içmeyen annelerin bebeklerinde oluşan 100 bronşit ve pnömoni olgusunun % 9.5'inin, sigara içen annelerin bebeklerinin ise % 13.1 'inin hastaneye yatırılarak tedavi' edildiği saptanmıştır. Annenin içtiği sigara sayısı arttıkça bebeklerin hastaneye başvuru ve yatış sayıları da artmaktadır. Anneleri günde bir paketten fazla sigara içen bebeklerde ise hastaneye yatma oranı % 31.7 olarak bulunmuştur. Bunun yanında aileleri sigara içen çocuklarda günlük aktivitelerinin daha kısıtlandığı ve hastalık nedeniyle daha çok yatak istirahatı yapmak zorunda kaldıkları gösterilmiştir. Ailesi sigara içen çocuklarda akciğer işlevlerinde geri dönülmez yıkımlar olmaktadır. 7.834 çocuk üzerinde yapılan bir çalışma; annenin artan sigara içiciliğinin çocukların zorlu vital kapasitelerini (FEV1) düşürdüğünü ve süregiden maruziyetin akciğer gelişimini azalttığını göstermiştir. Akciğer gelişiminin azalmasının ileri yaşamda bu kişilerin obstrüktif akciğer hastalığına yakalanmaları için temel hazırlayıcı olduğu belirtilmektedir. Bu çocukların ana babalarından örnek alarak ileri yaşamlarında birer sigara içicisi olacakları da göz önünde bulundurulduğunda obstrüktif akciğer hastalığı konusundaki risk daha da artmaktadır. Çocuklarda görülen kronik wheezing, öksürük ve balgam gibi belirtiler ailenin sigara içmesi durumunda, evde sigara içen kişi sayısına bağlı olarak % 30 ile % 80 artmaktadır. Pasif içici olan çocuklarda özellikle effüzyonlu orta kulak enfeksiyonlarında artış saptanmıştır. Deneysel çalışmalar, duman maruziyetinin solunum sisteminde yer alan goblet hücrelerinde hiperplaziye ve mukus sekresyon artışına neden olduğunu göstermektedir. Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu geçirildiği dönemde sigara dumanının östaki borusunda işlevsel obstrüksiyonun oluşmasını kolaylaştırması, çocuklarda effüzyonlu otitis mediaya neden olmaktadır. Bazı hayvan deneylerinde kısa süreli sigara dumanı maruziyeti sonucunda siliostasis ve mukosilier aktivitede azalma olmuştur.


Sigara dumanının silier işlevleri bozması ile orta kulak enfeksiyonlarının oluştuğu savunulmaktadır. Orta kulak enfeksiyonlarının oluşmasında sigara dumanının etkisini açıklayan bir diğer mekanizma ise, viral enfeksiyonların sigara dumanı ile birlikte solunum sisteminin fagositik anti bakteriyel özelliğini yitirmesine neden olduğu biçimindedir. Sık geçirilen effüzyonlu orta kulak enfeksiyonlarının sağırlık gibi bir komplikasyonunun olması özellikle 0-4 yaş grubu çocukları sigara dumanından korumanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyar. Orta kulak enfeksiyonları sık karşılaşılan bir hastalık olmasına karşın sigara dumanına maruz kalmanın engellenmesiyle otit görülme sıklığının azaltılabilir olması, önemli bir başarıdır. Ailelerin sigara içme durumları ile çocuklarda görülen kanserler arasında bağlantı olduğuna ilişkin kesin kanıtlar olmamakla birlikte, bazı çalışmalar anne ve babanın sigara içmesinin özellikle annenin gebelik döneminde sigara içmesinin çocukta beyin tümörleri ve rabdomyosarkom görülme riskini arttırdığını, çocuklukta sigara dumanı maruzuyetinin lösemi riskinin artmasına neden olduğunu göstermektedir.


Dünya Sağlık Örgütü sigara içen bir kişinin kendi sağlığı için yapabileceği en önemli girişimin sigarayı bırakmak olduğunu duyurmuştur. Sağlıklı kuşaklar yetiştirebilmek ve çocuklarımızı koruyabilmek için sigarayı bırakma, ve sigara içen kişileri de bırakmaya teşvik etmeliyiz.