28 Mayıs 2009 Perşembe

Bebeklerde Gaz Sancısı ve Kolik



Gaz Sancısı

Bebeğiniz dünyaya tam olarak gelişmemiş bir mide-bağırsak sistemi ile gelir. Yetişkinlerde bulunan sindirime yarayan birçok enzim de, bebeklerde henüz tam anlamıyla işlev görmediğinden, bebek anne sütünden sonra ya da hazır mama tüketiyorsa mamadan sonra kramp şeklinde belirti veren ağrılarla karşılaşır. Gaz sancıları hafif veya şiddetli olarak birçok bebeğin karşılaştığı bir sorundur. Gaz sancısı, bebeğe zarar vermeyen, belli bir süre ile sınırlı fizyolojik bir olaydır ve bir takım önlemler alarak önüne geçmek ya da en aza indirmek mümkündür.Başlangıç olarak bebeğin gaz sancısı dışındaki herhangi bir sebepten dolayı ağlamadığına emin olmanız gerekir. Genelde sancılar en çok açlıkla karıştırılır. Eğer bebek anne sütünü verdiğinizde susuyorsa ağlamanın nedeni açlık olduğuna karar verebilirsiniz. Bebek buna rağmen susmuyorsa ve her nöbet esnasında bebeğe anne sütü ya da mama veriyorsanız, nöbetler bu nedenle de artabilir. Sık sık ve düzensiz beslenen bebeklerin gaz sancıları daha da çoğalabilir. Erken dönemde başlanan ek gıdalar da gaz sancısına sebep olabilir.
Bebeklere şekerli su içirilmesi, emziklerin bala veya pekmeze batırılarak verilmesi, çok erken aylarda nişastalı gıdalara başlanması, meyve ve meyve salarının gereğinden çok içirilmesi veya meyvelerin olgunlaşmamış olması gazı artırabilir. Gereğinden fazla su içirilen veya tam tersi yeterince su verilmeyen bebeklerde de gaz fazla olur.
Uzun süre açıkta kalan yiyecekler (özellikle süt ve sütlü yiyecekler), iyi temizlenmemiş şişe - kaşık ve emzikler, uzun süre kapağı kapatılmamış şuruplar (vitaminler, antibiyotikler, ateş düşürücü, ağrı kesiciler) basit mikrobik kirlenmeler nedeniyle gaz yapabilir.
Altının uzun süre ıslak bırakılması, bulunduğu ortamın aşırı sıcak veya soğuk olması, uzun süre aynı konumda yatırılması gazı artırabilir.
Bebeğin kundaklanması, hareket kabiliyetini sınırlayan kuşaklarla sarılması gazı artırabilir.
Annenin beslenmesinin önemi tartışmalıdır. Yine de annelerin de süt verirken gaz yapan gıdalardan kaçınması önerilmektedir.
Belirtiler: Bebek meme emmek ister ama kısa bir süre sonra ağlamaya başlar. Bebeğiniz özellikle besin aldıktan sonra bu belirtileri veriyor ve sakinleşmiyorsa, bunun gaz sancısı olma ihtimali yüksektir. Ayrıca gazı olan bebeklerin karınları sert ve şiş görünür.



Gaz Sancısını Engellemenin Yolları
Bebeğinizi mümkün olduğunca anne sütü ile besleyin. Çünkü anne sütü bebeklerin sindirebilmesine en uygun, doğal besindir.
Emzirme aralığınızı en az 2 saat olarak ayarlayın, aksi takdirde saat başı emen bebeklerde sindirilen ve sindirilmemiş süt karışarak gaz yapabilir.
Sakin olun, bebeğe şefkatle ve güvenle yaklaşın.
Bebeği aşırı sıcak veya soğuk ortamlarda bulundurmamaya özen gösterin.
Bebeğinizi dar kıyafetlerle, üst üste giydirmeyin.
Mama hazırlarken hijyen (temizlik) kurallarına uyun.
Bebeği yan olarak veya karın üstü yatırın ve karın üstü yatırılırken sürekli gözetleyin.
Karnına ve ayaklarına ılık bezler koyun.
Her beslenmeden sonra gazını çıkartın.
Sakin olduğu bir zamanda bebeğin karnına masaj yapabilirsiniz.
Bebeğe rezene çayı ve anason çayı verilebilirsiniz.
Çeşitli bitki çayları denenebilir.(Rezene, anason, papatya vb.)



Bebeklerde Kolik
Pek çok bebek hayatının ilk döneminde canı yanıyormuş gibi davranışlar sergileyerek, ağlama nöbetlerine tutulabilir. Sağlıklı bebeklerde görülen bu tarz nedensiz ağlamalara KOLİK denmektedir. Kolik, bir hastalık değildir ve bebeğe zarar vermez. Bebeklerin yaklaşık % 10' unda görülen ve dış dünyaya uyum sağlarken yaşanılan bir tür rahatsızlık olarak kabul edilebilir.

Kolik Ne Kadar Sürer?
Bebek 2-3 haftalık olduğunda başlar, 4-6 haftada en yoğun döneme ulaşır, çoğunlukla 3 ayda sona erer.

Doktor Kontrolü Gerekli mi?
Bebeğin hergün belirli saatlerde ağlama nöbetlerine tutulması, kolik belirtisi olabilir. Yine de bebeği doktora götürmek ve başka bir sorun olmadığından emin olmak için onu muayene ettirmek gereklidir. Bebeklerde; fıtık, barsak düğümlenmesi, orta kulak iltihabı, idrar yolu enfeksiyonu gibi problemler de çok ağlamaya yol açar ve bebeğin kolik sorunu olduğu sanılabilir.

Kolik’in Nedenleri
Koliğin nedeni henüz bilinmemekle beraber; anne sütü alan bebekte annenin yediklerine allerji, mama alan bebekte mamanın içeriğine allerji, sindirim sisteminin tam olgunlaşmamış olması, artmış barsak gazı, bebeğin günlük rutinindeki değişiklikler, annenin endişesi/olumsuz duyguları ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir.

Emziren Annenin Kaçınması Gereken Gıdalar
Annenin emziklik dönemindeki beslenmesi, bebeğin özellikle ilk 6 ay, temel besin kaynağı olan anne sütüne etki ettiği için çok önemlidir. Gaz yapıcı özelliği olduğu bilinen, lahana, karnabahar, Brüksel lahanası, brokoli, kuru baklagiller, inek sütü ve süt ürünleri, pişmemiş soğan ve sarımsak, baharatlı gıdalar, kahve, çay, çikolata, portakal gibi besinlerin annenin diyetinden çıkartılması, bebeğin rahatlamasına olanak verebilir.

Ağlayan Kolik Bebeğin Rahatlatılması
Bebeğinizi rahatlatmak için öncelikle sizin rahat, olumlu ve anlayışlı olmanız gerekmektedir. Her bebeğin ağlamasını farklı yöntemlerle durdurabilirsiniz. Fakat tüm bebekler için geçerli olan, kendisni güvende hissetmesidir. Aşağıda sıraladığımız ipuçları, Kolik bebeğinizin ağlamasını dindirebilir.
Kucakta veya bebek arabasında gezdirmek
Sarılma ve rahatlatıcı ninni/şarkılar söylemek
Hafif/alçak sesli müzik dinletme
Kucakta veya beşikte sallama
Karnına ılık yağ ile masaj yapma
Karnına ılık havlu koyma
Ilık bir banyo yaptırma
Kendi arabanıza bindirip gezdirme
Emzik verme
Yanında saç kurutma makinası çalıştırmak.



Müziğin Çocuklar Üzerindeki Pozitif Etkisi






"Çocukluk anıları, hepimizin hayatında önemli bir yer tutar. Çocuk başlangıçta söylenenleri anlamaz, çünkü dil bilmez. Ninnilerdir ilk kulağına ulaşan. Sözcükleri bilmez, sesteki duyguyu değerlendirir. Yetişkin, müziği kullanarak onunla iletişim kurar, sevgisini aktarır. Ezgi olmasa, bu iletişim kurulamaz. İşte bu nedenle müzik bize öncelikle insan olduğumuzu, hayata insan olarak başladığımızı hatırlatır."

Jordi SAVALL


İnsan beyni, yapısı ve özellikleri bakımından oldukça karmaşık olup bilim ve teknikteki gelişmeler ışığında sürekli araştırılmaktadır. Batılı psikologlar yaptıkları çalışmalarla bazı insanların eğitim hayatlarında diğerlerinden ne tip dış etkenler sayesinde daha başarılı olduklarını, bazı çocukların diğerlerinden nasıl daha hızlı öğrendiklerini araştırmaktadırlar. Bu noktada müzikologlar ve tıp adamları ortak çalışmalar yaparak müziğin çocuğun zihinsel gelişimi, eğitim hayatı ve genel bilişsel beyin fonksiyonları üzerindeki etkilerini incelemiş ve incelemeye devam etmektedirler. Yaptıkları genel tespit, müziğin anne karnından itibaren öğrenme gelişim sürecinin bir parçası olduğudur. Bu konuyu önce müziğin gelişim ve öğrenme sürecindeki genel faydalarını açıklayarak, sonrasında “çocuğun yaşı” faktörünü de göz önüne alarak müziğin okul öncesi ve okul yaşı zihinsel gelişim, öğrenme ve akademik performansa etkileri alt başlıklarıyla irdelemek isterim.


Müziğin Genel Yararları
Müzik dinlemenin ve müzikle uğraşmanın faydaları çok boyutludur. Müzik çocukların kendini ifade etme yeteneklerini geliştirir, estetik, yaratıcı ve yapıcı düşünme kapasitelerini artırır. Müzikle birlikte disiplin gibi konular çocuğa yavaş yavaş aşılanabilir. Müzik akademik performansı da olumla etkiler. Okul çağındaki çocukların daha hızlı okumaları; yazma, anlama ve düşünmede öğrenme güçlüğü çeken çocukların eğitimleri; stresin ve sıkıntının azaltılması yine müzikle başarılabilir. Bilim adamlarına göre müzik, bilişsel düşünme kabiliyetini artırmaktadır. Bilişsel düşünme ile müzik arasında güçlü bir ilişki olduğundan müzikle uğraşanlarda ya da sık müzik dinleyenlerde beyin aktivitesi artmaktadır. Almanya’da Friedrich Schiller Üniversitesinde yürütülmüş araştırmalar sonucunda profesyonel ya da amatör olarak müzikle uğraşan insanların beyinlerinin daha büyük olduğu belirlenmiştir. Düzenli olarak müzik aleti çalmanın beynin görme, duyma, hareket etme ve koordinasyonla ilgili bölümlerinin büyümesini sağladığını tespit edilmiştir. Araştırma çerçevesinde, müzikten anlamayan ve müzikle amatör veya profesyonel olarak ilgilenen kişiler seçmişlerdir. Yapılan MR (manyetik rezonans) görüntülerinin müzisyenlerin beyinlerinin daha büyük olduğunu açıkça gösterdiğini belirlemiş, müzisyenlerin beyinlerinde duyma, görme, hareket etme ve koordinasyonla ilgili bölgelerde daha fazla “gri madde (gri hücre)” olduğunu saptamışlardır. Ayrıca MR görüntülerinden müzik aleti çalan ve günlük hayatta ağırlıklı olarak sağ elini kullandığını ifade eden kişilerin aslında sol ellerini de daha sık kullandıklarını tespit ederken, sürekli müzik aleti çalmanın beynin büyüklüğünü olumlu etkilediği sonucuna varmışlardır. Bunu da beynin kaslar gibi egzersiz yaptıkça büyüdüğünü; örneğin, piyano çalmanın notaları algılayan beynin tuşlara dokunan parmaklara ve pedallara basan ayağa emir vermesiyle bir koordinasyon oluşturarak beynin birden fazla bölgesini aynı anda çalıştırdığını, çok yönlü düşünmeyi ve bağlantılar kurmayı sağladığını, dolayısıyla da beynin kullanımını geliştirdiğini belirtmişlerdir.


Müziğin Okul Öncesi Yaştaki Çocuğun Bilişsel Gelişimine Ve Akademik Eğitimine Etkileri

Müziğin Bebek Gelişimine Etkileri
Araştırmalar, bebeklerin anne karnındayken 6. ve 7. aylardan itibaren seslere, özellikle de müziğe tepki verdiklerini, anne karnındayken dinledikleri müzikleri doğduktan sonra dinlediklerinde hatırladıklarını göstermektedir. Örneğin, yapılan bir araştırma Brahms dinletilen prematüre bebeklerin daha çabuk geliştiklerini ortaya çıkarmıştır. Müziğin bebek gelişimi üzerindeki etkilerini belirlemek için batıda yapılan pek çok araştırmadan elde edilen sonuçlara göre klasik müziğin anne karnından itibaren bebeklerin psikolojik, bilişsel ve bedensel gelişimlerine birçok olumlu etkiye sahip olduğunu işaret etmektedir. Bunlardan birkaçı şu şekilde sıralanabilir:
Zihinsel gelişimin %85’i 8 yaşına kadar, beyin gelişiminin ise %80’i 3 yaşına kadar tamamlandığından yapılan araştırmalar bu süreçte müziğin çok önemli bir rol oynadığını, zekâ ve beyin gelişimini ilk aylarda beslenmeden sonra olumlu etkileyen en önemli faktörün müzik olduğunu göstermektedir.
ABD’li bilim adamlarının prematüre bebekler üzerinde yaptıkları bir araştırma klasik müziğin iştah açtığını ortaya çıkarmıştır. Bir başka araştırmada ise klasik müzik dinleyen bebeklerin daha çabuk büyüdüğünü ve yaşamlarının ilk yıllarında stresten daha hızlı arındıkları belirlenmiştir. Klasik müzik çalındığında bebeklerin kalp atışları düzene girmiş, nefes alıp vermeleri kolaylaşmıştır.
Anne karnından itibaren müzik dinletilen bebeklerin psikolojik gelişimleri de olumlu yönde olmuş, hırçın davranışlar yerine uyumlu davranışlar sergiledikleri ortaya çıkmıştır. Özellikle klasik müzik beyinde sakinlik hissi yayan alfa dalgalarını harekete geçirmektedir. Not: Bu madde müziğin öğrenme potansiyeline katkısını araştırmış Bulgar psikiyatr ve eğitimci olan Lozanov’un belirlemeleriyle ilişkilidir. Lozanov, yaptığı araştırmalarda kolay ve kalıcı öğrenmenin beyin alfa dalgası ortamındayken gerçekleştiğini belirlemiştir. Lozanov’un test ettiği belli ritimdeki bazı klasik müzik parçalarının beyin dalgalarını 8 Hz. İle 12 Hz. Aralığına düşürerek beynin alfa dalgaları yaymaya başlamasını sağladığını gözlemlemiştir. Lozanov’a göre en etkili parçalar 60 vuruşlu, largo tempolu, ¾’lük ya da 4/4’lük barok müzik eserleridir. Müziğin beyin dalgalarını etkileyerek beyin fonksiyonlarını yönlendirmesiyle ilgili bir başka konu “Mozart Effect (Mozart etkisi)” dir. Ancak bu konuya bebek müziği konusundan sapmamak için daha sonra değineceğim
Bebeğin işitme ve dil ile ilgili kabiliyetleri 0–4 yaş arası tamamlanmakta, dil konuşmanın gelişmemesi zekânın gelişimini de olumsuz etkilemektedir. Hacettepe Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Erol Belgin de klasik müzik dinletmenin bebek gelişimini olumlu etkilediğini, klasik müzik dinleyerek büyüyen bir bebeğin IQ’sunu 5 puan fazla olduğunu belirtmiştir.
Müzik dinletilen bebeğin hareket kabiliyeti, müziği duyduğunda yaptığı eşlik hareketleriyle küçük kas ve büyük kas gelişimi hızlanmaktadır. Kısacası, doğumdan üç ay öncesinden itibaren bebeğe klasik müzik dinletmek onun zihinsel, duygusal, fiziksel ve sosyal gelişimini olumlu yönde etkiler, bilişsel zekânın, kulak ve dilin gelişimine yardımcı olur.

Müziğin Okul Öncesi 6 Yaşa Kadar Zihinsel Gelişime Etkileri
ABD’de California Üniversitesinde yapılan araştırmalar 3 ila 5 yaş arası piyano dersi alan çocuklarda fen ve matematik derslerinde başarı getirecek olan mekân-zaman muhakemesinin geliştiği ortaya çıkarmıştır. Klasik müziğin etkilerini yoğun olarak araştıran ve olumlu yönlerini aktif olarak kullanan ABD eyalet bazında çeşitli kanunlarla müziği sosyal hayata sokarak ondan faydalanmaktadır; örneğin Florida’da tüm devlet okullarında arka planda klasik müzik çalınması istenmektedir. Hong Kong Üniversitesinde yapılan bir araştırmada ise 12 yaşından önce en az 6 yıl müzik eğitimi almış çocuklarla hiç müzik eğitimi almamış çocuklar arasında yaptıkları karşılaştırma ile müzik eğitimi alanların kelime dağarcığının diğerlerinden çok daha fazla gelişmiş olduğunu saptanmıştır. California Irvine Üniversitesinden Prof. Dr. Gordon Shaw ve Wisconsin Üniversitesinden Prof. Dr. Frances Rauscher’e göre okul öncesi çocukların beyinleri tıpkı bir hamur gibidir ve erken yaşlarda verilecek birtakım eğitimlerle çocuğun beynini şekillendirip beslemek mümkündür. Shaw ve Rauscher bir araştırmalarını “Küçük yaşta müzik dersleri almak ve özellikle de bir enstrüman üzerinde yoğunlaşmak” üzerine yapmışlardır. Bunun için en popüler ve en yaygın enstrüman olan piyanoyu seçmişlerdir. Seçimin diğer bir nedeni de piyanoyu fiziksel olarak deneyi gerçekleştirdikleri yaş grubundaki çocukların daha rahat ve kolay öğrenebilmeleridir. Bu deney için 3–4 yaş grubunda anaokuluna giden 78 çocuk seçmişler, seçtikleri çocukların ailelerinin sosyo-ekonomik, kültürel yapılarının ve çocukların gittikleri anaokullarının eşdeğer olmasına dikkat etmişlerdir. Seçilen çocuklara deneye başlamadan önce zekâ testi uygulanmıştır. Deney için 78 çocuk dört gruba ayrılmış birinci gruba solfej dersi, ikinci gruba piyano ve solfej dersi, üçüncü gruba bilgisayar dersi verilirken, dördüncü gruba hiçbir şey öğretilmemiştir. Piyano grubundaki çocuklar haftada ikişer kere 15’er dakika piyano dersi almışlardır. 8 ay sürdürülen bu eğitimin ardından çıkan sonuç, piyano grubundaki çocukların zekâsında diğer gruptakilerden çok daha fazla artış olduğudur. 8 ayın sonunda diğer gruplardaki çocukların zekâlarında önemli bir gelişme kaydedilmezken, piyano dersi alan gruptakilerin IQ’larında %46’lık bir gelişme görülmüştür. Prof. Dr. Shaw ve Prof. Dr. Rauscher bu deney 3–4 yaş grubunda yapılmış olsa da 12 yaşına kadar alınan müzik derslerinin etkili olacağını belirtmektedirler: “Müzik de tıpkı matematik ya da satranç gibi yüksek beyin fonksiyonları gerektirir. Müzikle uğraşmak aynı zamanda iyi gelişmiş “spatial” zekânın temelini atar. Spatial zekâ, görsel dünyayı algılayabilme, nesnelerin görüntülerini zihinde oluşturabilme ve bunların farklılıklarını kavrayabilme yetisidir. Müzik dersleri sinirleri eğiterek beynin korteksindeki algısal gelişmeyi sağlar.” Biyologlar yeni doğmuş çocuğun beynindeki fazla sayıdaki hücrelerin bir kısmının sinirlerle birbirine bağlanmış hücre ağının dışında kaldığını belirtmektedirler. Shaw ve Rauscher’in araştırmaları bu temele dayanmaktadır; piyano ya da diğer enstrümanların eğitiminin bu sinirsel bağlantıyı güçlendirdiğini ve çocuk zekâsını %46 oranında artırdığını ortaya koymaktadır. Rauscher’e göre müzik, zihinsel imgelemeyi ve bu imgeleri notaları kullanarak müziğe dönüştürmeyi gerektirir, dolayısıyla fen ve matematikle bu açıdan çok ortak yönü vardır. Çocuklara biraz da olsa müzik öğretmek onların zekâlarını, algılama ve öğrenme kapasitelerini, bedensel ve zihinsel koordinasyon kurmalarını ve yaratıcılıklarını geliştirir.

Müziğin Okul Yaşı Akademik Performansa Etkileri
Okul çağında eğitimde ve akademik performans değerlendirmesinde müziğin etkisi araştırmacıların ilgisini çekmektedir. Bu konuda çeşitli deneyler yapılmış ve yapılmaktadır.Yapılan bir çalışmada Hurwitz, Wolf, Bertrick ve Kokos adlı dört psikolog müziğin okuma performansına etkilerini araştırmışlardır. Bunun için seçilen öğrenciler iki gruba ayrılmıştır. Birinci gruba haftanın 5 günü müzik dersleri verilirken diğer gruba müzik dersi verilmez. Bir yıl sonra iki grup karşılaştırıldığında ders almayan grubun başarısı %72 iken diğer grupta başarı %88’dir. Bu %16’lık fark müziğin okuma öğrenme performansını artırdığını göstermektedir. Aynı konuda daha sonra da sürdürülen çalışmalar sonucuna göre, daha iyi müzik kulağı olanların daha erken okumaya başladıkları anlaşılmıştır. Hilliard ve Tolin ise tanıdık müzikle yapılan anlama sınavlarından öğrencilerin daha yüksek not aldıklarını, hatta tanıdıklığın sadece sınavdan önce bir kez dinletilip sınav sırasında tekrar dinlenmesinden ibaret olmasının yeterli olduğunu belirtmişlerdir. Diğer yandan tonalitenin mi tanıdıklığın mı daha baskın etkisi olduğunu araştıran Pearsall, müzik bölümü öğrencileriyle yaptığı deneylerle her ikisi de tanıdık olduğunda müziğin tonal ya da atonal olmasının anlamayı etkilemediğini, yani tanıdıklığın tonaliteden daha önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yine, yapılan deneylerde müzik dinletilen ya da müzik dersi verilen öğrencilerin akademik becerilerinde, özellikle de matematikte dinletilmeyenlere göre daha başarılı oldukları gözlemlenmiştir. 1978’de Wolff müzik deneyiminin diğer akademik alanlarda öğrenmeye, başarıya etkilerini araştırmış, bu araştırmasını “Genel öğrenme aktarımı” olarak tanımlamıştır; yani müzik eğitimi almak diğer akademik konuları öğrenmek için zihinsel bir disiplin olarak görev yapmaktadır. Örneğin sosyal bilimleri ritmik bir parçayla öğretmenin standart eğitimden daha etkili olduğu gözlemlenmiştir. Aynı şekilde okuma, kelime öğrenme, paragrafta kelimeyi bütünlük içinde anlamada müzik eğitimi alan 2. 3. ve 4. sınıf öğrencileri daha başarılı olmuşlardır. Matematik ve yabancı dil öğrenimine müziğin etkilerini irdeleyen bir başka çalışma da müzik dersi alan öğrencilerin almayanlara göre bu alanlarda daha başarılı olduklarını desteklemektedir.

Mozart Etkisi
1993’de ABD’de yapılan bir araştırmaya göre Mozart’ın müziklerinin beyin gücünü artırdığı bir makale olarak Nature dergisinde yayınlanmıştır. Deney önce üç gruba ayrılan fareler üzerinde yapılmış, üçüncü grup farelere anne karnındayken ve doğduktan sonraki iki ay boyunca aynı Mozart Sonat (Mozart İki Piyano için Re Majör K. 448 no.’lu Sonatı) dinletilmiş ve daha sonra labirentin içine konulmuştur. Bu fareler “beyaz gürültü” dinletilen birinci gruptaki farelere ve Philip Glass’ın müzikleri dinletilen ikinci gruba göre yollarını daha kolay bulmuşlardır. Aynı araştırma 36 üniversite öğrencisi üzerinde de yapılmıştır. Öğrenciler önce IQ testinin sağ beyin yeteneklerini ölçen sorularıyla test edilmişler, sonra da onlara Mozart Sonat dinletilmiştir. Dinleme sonrası tekrar test edildiklerinde IQ skorlarında 8 veya 9 puanlık artış gözlemlenmiştir. Fransız tıp ve bilim akademileri üyesi Dr. Alfred Tomatis’e göre beynin elektriksel olarak şarj olmasında kulaklar anahtar bir rol oynamatadır. Beyin hücrelerindeki elektriksel enerjinin azalması konsantrasyonun bozulmasına ve yorgunluğa sebep olmaktadır. Bu durumda beynin piller gibi şarj edilmesi gerekmektedir. Tomatis, beynin enerjiyle şarj edilmesi yollarından biri olarak 5000 ila 8000 Hz arasında yüksek frekanslar içeren müziklerin dinlenmesinin olduğunu saptamıştır. Yıllar süren analizlerden sonra Tomatis bu frekans aralığındaki seslerin Mozart müziklerinde çok sayıda mevcut olduğunu tespit etmiştir. Tomatis’e göre kulak salyangozunu dolduran “corti” hücrelerinin titreşmesi jeneratör vasıtası görerek beynin yeniden şarj edilmesini sağlamaktadır.

Sonuç
Yurtdışında yapılan deneyler ve uygulamalar müziğin bebek anne karnından itibaren kullanımının beynin işleyişine olumlu etkilerini sayısal ve bilimsel verilerle ortaya koymaktadır. Müziğin çocuğun bilişsel gelişimine ve akademik performansına etkileri konusunda araştırmalar psikolog, müzikolog ve tıp adamlarınca hala sürdürülmektedir.

Kaynaklar:
Gordon Shaw, Keeping Mozart in mind, San Diego: Academic Press, 2000.Klasik müzik dinleyen çocuğun IQ’su 5 puan fazla, http://www.haberx.com/n/183743/klasik-muzik-dinleyen-cocugun-iqsu.htm, 02.04.2005.
Music, the food of Neuroscience?, Nature, Vol.434, 17 Mart 2005, Nature publishing group, s. 312-315.
Tom Kenyon, Theoretical Constructs of ABR Technology, http://www.tomkenyon.com/, 2005.
Tomatis metodu, http://www.tomatis.com.tr/

22 Mayıs 2009 Cuma

Çocuğunuz ve Oyun





Oyunun tanımı konusunda eski zamanlardan beri çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Tüm bu görüşlerin ortak yönü, büyük düşünür Montaigne’nin belirttiği gibi, “Çocukların oyunu oyun değil, onların en ciddi uğraşıdır” şeklinde özetlenebilir. Çocuklar doğdukları andan itibaren öğrenmeye hazırdırlar.
Anne ve babalara düşen en büyük görev, bebeklerine öğretici olacak deneyimler yaşatmaktır. Küçük bir çocuğun gelişimi oyunla desteklenebilir ve hatta hızlanabilir. Oyuna erişkin katkısı olduğunda öğrenme hız kazanır. Dikkatli bir büyük, çocuğunun yeteneğini geliştirmesini sağlayabilir. Örneğin, artık evcilik oynamaya başlayan 18 aylık bir bebek küpleri üstüste dizdiğinde, yanındaki büyük ona bu bloklardan bir garaj ya da hayvanları için bir ev yapabileceğini söyleyerek ona değişik bir perspektif kazandırabilir.

Oyun nedir?
Çağdaş bir yaklaşımla oyun, çocuğun kendi kendini ifade ettiği, yeteneklerini fark ettiği, yaratıcı potansiyelini kullanabildiği, dil, zihin, sosyal, duygusal ve motor becerilerini geliştirebileceği önemli bir fırsattır. Oyunlar önce bebeğin kendi bedensel duyumlarını araştırması ile başlar, daha sonra yakın çevresiyle; daha büyük gruplar ve sosyal ortamlarda gelişerek devam etmektedir.

Oyun, çocuk için neden önemlidir?
Oyunun eğitimdeki değeri çok eskiden beri bilinmekle birlikte, eğitimde kullanılması yenidir. Anna Freud ve onu izleyen çocuk ruh sağlığı uzmanlarının, oyunun çocuğun kişilik gelişimi ve çocuğu tanımadaki rolüne dikkat çekmişler, çocuğun ruhsal uyumsuzluklarının tedavisinde oyunun önemini ortaya koymuşlardır.
Oyun terapisi, psikolojik yardım sürecinde tedavi amaçlı kullanılmaktadır.Bunun yanında bazı çocuklarda, bir oyuncağa bağlılık, her gittiği yere oyuncağını da götürme, onunla yatma, sorunlarını oyuncağına anlatma gibi davranışlar görülmektedir. Bu durum, küçük yaşlarda doğal olabilmekte. Bu durum çocuk büyüdükçe devam ediyorsa, bize çocuğu iyi izlememiz gerektiği mesajını vermektedir.

Oyunun çocuk üzerindeki etkisi
Bazı oyuncaklar, çoğunlukla peluş ve yumuşak tüylü olanlar çocukta duygusal bir bağlılık yaratabilmektedir. Bu oyuncaklar, her durumda anlamlı olmamakla birlikte, genellikle sevgi-şefkat–dokunsal temas ihtiyacını giderme amacıyla seçilmektedir. Anne-babaların yapması gereken, çocuklarının gelişimlerini yakından takip etmeleri; gelişim dönemleri hakkında bilgi sahibi olmaları, çocuklarındaki davranış değişimlerini iyi gözlememeleridir.
Aile içindeki sorunlar; aile içi şiddet, anne-baba ayrılığı, yeni bir kardeşin doğumu, ev-okul değişimi gibi yaşantısındaki değişimler çocuğu etkilemekte, bu dönemlerde daha fazla ilgiye ihtiyaç duymaktadırlar. Ebeveynlerin çocuklarıyla oyun oynaması, özel zamanlar geçirmeleri, sosyal ilişkilerini takip etmeleri, ortak tutumlar sergilemeleri, aile bireylerinin kurdukları iyi iletişim açısından önem taşımaktadır.

Oyunun bedensel değeri
Oyun çocuğun kas sistemini geliştirirken, biriken enerjisinin boşalımını ve günlük yaşamdaki gerilimden kurtulmasını sağlar.

Oyunun iyi edicilik niteliği
Oyun, çocuğun en güçlü ve doğal dürtülerinden olan saldırganlığın giderilmesini sağlar. Çocuk, korkularından ve bu durumun yarattığı gerginlikten kurtulabilir. Yaşamlarındaki bazı problemleri oyun sırasında çözebilir, duygu ve ihtiyaçlarını dile getirir. Oyun, çocuğun sorunlarının aynasıdır. İyi bir gözlemci çocuğun oyununu izlerken çocuğun sorunlarını, hayal kırıklıklarını ve bunların kaynağını görebilir.

Oyunun eğitici değeri
Biçim, boyut ve renkleri farklı olan oyuncaklarla oynayan çocuk, bunların anlamını kavrar.

Oyunun toplumsal ahlaki değeri
Oyun, çocuğun sosyal gelişiminin sağlıklı olmasını, uyum ve iş birliğini, paylaşmayı öğrenmesi sağlar. Oyun çocuğun aile tutumları hakkında bilgi verir. Oyunlarda kültürün etkisi büyüktür.

Gelişim kuramcılarından Piaget, oyunları 3 grupta topluyor.
Piaget'e göre 0-2 yaş dönemindeki araştırma oyunlarıyla bebekler, çevresinden aldığı uyaranları sınıflarlar.
2-7/8 yaş arasındaki simgesel oyunlar, sanki varmış gibi oynanan oyunlardır. Evcilik oyunu, bir çubuk ile oluşturulan at oyunu gibi.
7/8 yaşından itibaren ise kurallı oyunlar oynanmaya başlar.
Bu oyunlar;
● Çocuğu sosyalleştirmeyi sağlar.
● Oyunların oluşumunda cinsiyet, iklim ve kültür önem taşımaktadır. Yapılan araştırmalara göre kız çocuklarının ip atlamak, evcilik, saklambaç, seksek, ebecilik oyunlarını; erkek çocukların futbol, koşmaca, misket oyunlarını tercih ettikleri görülmektedir
● Oyunlar çocukların yaşlarına ve gelişim dönemlerine göre farklılıklar göstermektedir.

Ebeveynler çocuklarıyla oyun oynamalılar.
Ebeveynlerin çocuklarıyla oyun oynamaları, aralarındaki iletişimi güçlendirecek ve çocuklarını tanımalarını sağlayacaktır. Çocukları oyun oynarken, onlar da iyi bir gözlemci olmalıdırlar. Çocuğun kurduğu ilişkileri, kendi ruhsal dünyasını, hayal kırıklıklarını oyunda görmek mümkündür.
Aile ve eğitimcilerin yaptıkları hatalardan birisi de okul çağı başlayan çocuğun oyunla bağının bittiği düşüncesidir. Oyun, çocuğun gelişimi açısından o kadar değerlidir ki , çocuk ruh sağlığı sevgi ve oyun olarak tanımlanmaktadır. Okul döneminde belki oyun süreleri azalacaktır, fakat kesinlikle oyun çocuk için bitmeyecektir. Ebeveynlerin çocuklarına vermek istedikleri mesajları, oyun aracılığıyla birlikte oynadıkları oyunda vermeleri daha kolaydır. Oyuncaklar da çocuğun psikolojik yönden değerlendirilmesinde önemlidir.Oyuncak; çocuğun beş duyusunu, doğal yeteneklerini uyaran, hayal gücünü zenginleştiren, bedensel, duygusal ve sosyal gelişimini hızlandıran oyun malzemeleridir. Sürekli oyun ve oyuncak değiştiren çocuk, dikkat eksikliği yönünden değerlendirebilir. Sürekli karşı cinse ait oyuncaklarla oynayan çocukta, bunun cinsel tercihle ilgili olabileceği düşünülebilir.
Oyun ve oyuncak seçimi çocuğun yaşına, gelişim seviyesine uygun olmalıdır.
Çocuğa oyuncak seçerken, oyuncak hakkında onun da fikrini almak en iyisi olacaktır.
Çocuğun gelişim düzeyini arttıracak, eğitici yönü olan oyuncakların seçilmesi gerekmektedir.

Bilgisayar oyunları çocukları tehdit ediyor




Saatlerce bilgisayar başında şiddet içerikli oyun oynayan çocukların, bir takım hareketleri takip ederek, ciddi hiperaktivite davranışları sergilediği belirtildi.


Söz konusu oyunların zaman içinde bağımlılık yaratarak, etki altında kalan çocukların çevrelerine karşı daha saldırgan ve zarar verici eylemlere yöneldiğine dikkat çekmek gerekiyor.

Piyasaya her yıl çıkan yüzlerce yeni bilgisayar oyunu başta görsel efektleri ve aksiyon sahneleri olmak üzere etkileyici senaryolarıyla dünya genelinde milyonlarca çocuğun ilgisini çekiyor. Kimi çocuklar evlerinde zamanlarının büyük bir bölümünü bilgisayar başında oyun oynayarak geçirirken, kimileri de ailesinin bilgisi dışında internet kafelere giderek, saatlerce oyun oynuyor.Eğlenceli gibi görünse de özellikle şiddet içerikli birçok bilgisayar oyununun çocukları tehdit ettiği bildirildi. Okulların açılmasına rağmen çocuklarını bilgisayar başından kaldıramayan birçok ailenin, evde uyguladığı her türlü yaptırıma rağmen bir sonuç alamadığından şikayet ederken, kimilerinin de uzmanların kapısını çalarak profesyonel yardım istediği ifade edildi.Ailelerin en büyük şikayetinin ise “çocuklarının derslerden geri kalması, ödevlerini yapmaması, aile bireyleriyle az vakit geçirmesi, okuldan kaçarak veya kendilerinden izin almadan internet kafelere gitmesi” olduğu belirtildi.


BİLGİSAYAR OYUNLARININ ETKİLERİ

Psikolog Serap Duygulu, okulların açılmasıyla birlikte yaz boyu rehavete kapılmış çocuklar ile ailelerini, dersler ve ödevlerin başlamasıyla ciddi bir telaşın sardığını belirterek, günlük yaşamın bir parçası haline gelen bilgisayarlar ve bilgisayar oyunlarının yaşanan sıkıntının boyutlarını arttırdığına işaret etti.Birçok ailenin çocuklarının bilgisayar oyunları karşısında geçirdiği zamandan dolayı şikayetçi olduğunu vurgulayan psikolog Duygulu, kimi çocukların sosyal hayattan koparak çevrelerindeki her şeyden ve herkesten uzaklaştığını söyledi.Ailelerden büyük bir bölümünde bilgisayar oyunlarının çocuklarının eğitimini olumsuz etkilediği görüşüne hakim olduğunu ifade eden Duygulu, sorunun aslında bu kadar “basit” olmadığının altını çizerek, şunları kaydetti: “Saatlerce bilgisayar başında sadece ekrana bakarak ya da bir takım hareketleri takip ederek geçiren çocuklarda ciddi hiperaktivite davranışları ortaya çıkabiliyor. Çocukların en hareketli, en enerjik oldukları bir dönemde böylesine hareketsiz kalmaları, enerjilerini boşaltamamaları, çevrelerine karşı daha saldırgan ve zarar verici eylemlere yönelmelerine sebep oluyor. Özellikle şiddet ögeleriyle dolu oyunlar, gerçek anlamda saldırganlığı, yıkıcılığı getiriyor. O nedenledir ki, son zamanlarda çevremizde kesici alet ya da silah taşıyan ve vurup kırmayı marifet zanneden çok fazla çocukla karşılaşıyoruz.”


EPİLEPSİ NÖBETLERİNE NEDEN OLUYOR

Şiddet içerikli bilgisayar oyunlarının çocukların ruhsal gelişimlerini olumsuz etkilediğini vurgulayan psikolog Serap Duygulu, “son yıllarda çocuk suçlu sayısının artmasında bilgisayar oyunlarının etkisi mutlaka dikkate alınmalı” dedi.Bilgisayarların çocuklara verdiği önemli bir zararın ekrandan yayılan radyasyon ışınları olduğunu belirten Duygulu, “bu ışınlar nedeniyle birçok çocuk epilepsi (sara) nöbetleri geçiriyor. Bundan dolayı ciddi olarak tedavi gören çocuklar var. Maalesef olayın bu yönü çok bilinmiyor. Ülkemizde binlerce çocuğun vaktinin büyük bir bölümünü bilgisayar başında geçirdiği gerçeğinden hareket edersek, tehlikenin önemini daha net bir şekilde kavrayabiliriz” diye konuştu.


ÇOCUKLARI BİLGİSAYARLARDAN UZAK TUTMANIN BAZI YOLLARI

Ailelerin büyük bir bölümünün çocuklarını bilgisayarlardan uzaklaştıramadığını ifade eden psikolog Serap Duygulu, buradaki en önemli sorunun ilgisizlik olduğunu savundu.Anne ve babaların çocukları ile yeterince ilgilenmediğini kaydeden Duygulu, şöyle devam etti: “İlk olarak aile birliği kavramına saygı göstermek zorundayız. Çocuklarımıza ve birbirimize zaman ayırmak çok önemli. Ailece televizyon başında dizilere kilitlendiğimizde, çocuklarımıza niçin ders yapması gerektiğini ya da bilgisayarlar nedeniyle karşılaşabileceği sorunları anlatamayız. Birçok kişi çocuklarının gün içinde ne hissettiğini, neler yaşadığını, kaygılarını, korkularını, sevinçlerini bilmiyor. Eve geldiği anda komutlar vermeye başlıyor. Onları dinlemek, kucaklamak, dokunmak, sevdiğini söylemek aslında daha baştan pek çok sorunu çözecektir.”Çocukları bilgisayar başından uzaklaştırmak için grup olarak yapabileceği sporlara yönlendirmenin etkili bir yol olduğunu belirten Duygulu, bu şekilde çocukların hem yeni arkadaşlar edinebileceğini hem de hem de ortak bir faaliyet içinde yer alarak, sosyal yönden gelişeceğini anlattı.Artık psikolojik olarak tedavi edilmek üzere “İnternet Bağımlılığı” adıyla literatüre girmiş bir hastalık olduğunu ifade eden psikolog Serap Duygulu, bilgisayarların sadece çocukları değil yetişkinleri de “esir aldığını” ifade etti. Psikolog Duygulu şöyle konuştu:“Sırf bu nedenle ilişkileri bitme noktasına gelmiş eşler, dağılan yuvalar var. Henüz çok bilincinde değiliz ancak tehlike gün geçtikçe büyüyor. Çocuklarımızı ekranlar karşısında kaybediyoruz. Onlar sokakta oynamalı, arkadaşlarıyla görüşmeli, toplum hayatı içinde yer almalılar. Sadece okula gitmek için dışarı çıkan, geri kalan zaman ekran başından alamadığımız çocuklar büyütüyoruz. Bu kısır döngü bir yerlerden kırılmalı.”


BAZI ÜLKELERDE “ŞİDDET OYUNLARI” YASAK

Bu arada, şiddet içeren bilgisayar oyunları bazı ülkelerde yasaklandı.Singapur’da “Mortal Kombat”, Güney Kore’de “Ghost Recon 2”, Yeni Zelanda’da “Postal 2”, Almanya’da “Fry Cry”, Japonya’da ise “Grand Theft Auto” adlı oyunlar yasaklılar listesinin başında yer alıyor.ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerinde de oyunların hangi yaş grubuna hitap ettiğini tespit etmek üzere kurulan organizasyonlar var. Organizasyonların amacı ise çocukları şiddetten korumak, bu tür yayınlara sadece yetişkinlerin için ulaşmasını sağlamak.Yalova Valiliği bir süre aldığı kararla, 18 yaşından küçükleri suça özendirici mahiyette bulduğu gerekçesiyle, “Halo”, “Line Of Sight Vietnam”, “Pariah”, “Serious Sam” ve “Return To Castle Wolfenstein” adlı oyunların il genelindeki internet kafelerde oynanmasını yasaklamıştı.


21 Mayıs 2009 Perşembe

Televizyonun Çocuklar Üzerindeki Etkisi




Araştırmacılara göre televizyon çocukların fiziksel gelişimlerini etkiliyor. Düşünme, konuşma becerileri, okuma alışkanlıkları, kimlik duyguları, davranışları ve hayal güçleri üzerinde önemli bir etkiye sahip. Çeşitli araştırmaların sonuçlarına göre, televizyon seyretme eyleminin kendisi dahi, çocuk beyni üzerinde televizyonda gösterilen şeylerden daha zararlı olabiliyor.
Bağımsız Eğitimciler Sendikası AR-GE kurulu uzmanlarınca hazırlanan rapora göre televizyon karşısında aşırı miktarda kalan (günlük 1-2 saatin üzerinde) çocukların sosyal aktivitelerinde, arkadaş ilişkilerinde, ders başarısında, sportif faaliyetlerinde, zihinsel ve duygusal gelişiminde sorunlar yaşanıyor.
Peki, televizyon çocuk beynine ve çocuğun öğrenme yetilerine nasıl zarar verir? Anne babalar bu konuda neler yapabilir? Bu bölümde bu konuları irdelemeye çalışacağız.
Amerikan Pediatri Akademisi’nin, sosyal, duygusal ve zihinsel yeteneklerini olumsuz etkilediği için 2 yaş altındaki çocuklara asla televizyon izlettirilmemesi uyarısında bulunduğunu da hatırlatalım! Amerikan Pediatri Akademisi uzmanları, çocuk gelişiminin en kritik dönemi olan ilk yaşlarda televizyona maruz kalırlarsa dikkat problemleri olabileceğini söylüyorlar. Bebekler ilk iki senede beyin gelişiminin önemli bir evresindedirler; televizyondaki görüntülerle değil insan ilişkileriyle büyütülmelidirler.
Gelin, televizyonun çocuklarımızı nasıl etkilediğine biraz daha yakından bakalım.





Televizyonun çocuk beynine etkisi
Çocuk beyni plastik kalıp gibidir; etrafında gördükleriyle, yaşadıklarıyla şekillenir. 11 yaşına kadar yabancı dilleri aksansız olarak konuşabilirler. Zincirlenmiş, kapalı yerlerde senelerce tutulmuş çocuklar ise, bütün ömürleri boyunca konuşmayı öğrenemezler. Küçük yaşta dil öğrenebilecekleri zamanda bu çocuklar için tren kaçmıştır. Benzer bir şekilde, biz yetişkinler de, yabancı dil öğrensek bile aksansız konuşmayı beceremeyiz. Psikologlar bu tür kısıtlı öğrenme dönemlerine “gelişimin kritik evreleri” derler.
Chicago Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, çocukların hayatındaki ilk üç sene, beyindeki çeşitli bölümlerin birbiriyle bağlantı kurması açısından çok önemli bir dönem.
Doğumdan beş yaşına kadar olan dönemde kaybedilen zamanın daha sonra hayatta telafisi yok. Beyin gelişimindeki belirli safhalar sadece belirli yaşlarda gerçekleşir. Bu dönemlerden herhangi birinde gerekli uyaranları alamayan çocuk bir ömür boyu bunun eksikliğini çekebilir.
Bilim adamlarına göre, çocukların hayatı boyunca kullanacağı çeşitli becerileri geliştirmeleri için en uygun dönem, beyindeki bu bağlantıların gerçekleştiği dönemdir.



Beyin hücreleri nasıl etkilenir?
Bebeklerin doğumundan itibaren beyinlerindeki sinir hücreleri sinaps adı verilen küçücük boşluklarla birbirlerine bağlanır ve beynin çeşitli fonksiyonlarını yerine getiren kümeler oluştururlar. Yaşamın ilk iki senesinde trilyonlarca sinaps oluşturulur.
Beynin bazı bölümleri (mesela görsel korteks) hayatın ilk senesinde yoğun olarak gelişmektedir. Gelişim için bebeğin insanlar, nesnelerle çevrili olması ve hareket etmesi yeterlidir.
Seslerle ilgili olan işitsel korteks doğumdan sonra yeni bağlantılarla gelişir. Bu yoğun gelişme dönemi genellikle 12 yaşına kadar devam eder. Çoğu uzman, müzik ve yabancı dil öğretimi için en uygun dönemin bu yaşlar olduğuna inanmaktadır.
Düşünme ve motivasyonla ilişkilendirilen prefrontal korteks ise doğumdan hemen sonra büyük bir gelişim gösterir. Tam olarak gelişmesi ergenlik çağının ilk dönemlerine kadar uzanır. Matematik gibi konuları öğrenmek için bu yaşlar uygundur.
Doğumdan itibaren gerçekleşen bu sinapslar, beyne kazandığı tecrübelerle çalışmayı öğretmektedir.
Ses, dokunma, görüntü, koku veya tat duyuları ile faal hale getirilmeyen sinapslar ihraç edilir. Sinaps adı verilen bu bağlantıların neredeyse yarısı nöral ağlara dahil edilmediği için budanıp atılmaktadır.
“Gelişen İnsan Beyni Üzerinde Televizyonun Etkisi” adlı kitabın yazarı Keith Buzzell’a göre, altı-yedi yaşlarında bir çocuğun beynindeki sinir hücreleri milyonlarca bağlantı yapabilecek bir kapasiteye sahiptir. Bu gelişim potansiyeli, çocuk on-on bir yaşlarına geldiğinde sona erer ve çocuk bu bağlantıların yüzde 80’ini kaybeder. Eğer o yaşlara kadar çocukta bu sinir hücreleri arası bağlantılar geliştirilmemiş ise, artık geliştirilemez. Kullanılmayan kapasiteler kaybedilmiş olur. Sonrasında beyinde üretilen bir enzim, kötü bağlantıları tamamen eritip yok eder.
Sinir bağlantılarının gelişmesi tamamen sağlıklı bir şekilde uyarılmalarına bağlıdır. Meselâ bir bebek yerde duran bir topu eline almaya çalışırken, onu dişlemeye çalışırken, atarken, hatta o toptan çıkan ses ya da kokuyu algılamaya çalışırken beynindeki sinir hücreleri kendi aralarında bağlantı kurarlar. Çocuk televizyon izlediğinde ise çok yönlü sinirsel uyarılmadan mahrum kalır. İşte bu nedenle, kendisiyle konuşulmayan, dokunulmayan ya da oynanmayan çocuğun beyin hacmi, normal çocuklara göre yüzde 20-30 oranında daha küçük kalır.
Tüm bu gelişme sürecinde bebeğin çevresi ve yaşam koşulları önemli rol oynamaktadır. Evdeki sıcak ilişkiler ve mutlu ortam beyin gelişiminde olumlu, bunun tersi olarak gergin ortam ise olumsuz bir rol oynayacaktır.



Oyun: Beyin gelişimi için en güzel araç
Çocuğun beyin gelişiminde bütün potansiyeline ulaşması için uygun zihinsel dürtüleri alması çok önemlidir. Fakat ebeveynler çocuğun hangi yaşta, hangi bilgileri öğrenebileceğini idrak etmeli ve çocuğu hazır olmadıkları bilgiye maruz bırakmamalıdırlar – özellikle de televizyona...
En uygun dürtülerden biri de, doğumdan itibaren bebekle konuşmak ve ona kitap okumaktır. Beyin gelişiminde oyunların da büyük katkısı vardır. Televizyon seyretmek çocuğun oyun zamanından da çalmaktadır. Çocukların sağlıklı beyin gelişimi için sinir ağlarının gelişimi çok önemlidir. Televizyon, sinir ağlarını geliştirmeye yarayan yaratıcı oyun oynama kabiliyetini de öldürmektedir.
Bu nedenle, kısıtlı oyun tecrübesine sahip çocuklarda geri dönüşümü olmayan gelişim bozuklukları görülebilir. Oyun çocuğun bedensel, duygusal, sosyal, zihinsel ve dil gelişiminde önemli rol oynar. Oyun oynayan çocuk,
• Düşünmeyi ve kendi başına karar vermeyi öğrenir.
• Sorumluluk almayı, işbirliği yapmayı ve paylaşmayı öğrenir.
• Hayal gücünü, becerilerini ve yaratıcılığını geliştirir.
• Dikkatini bir noktaya toplamayı ve becerilerini organize etmeyi öğrenir.
• Kendini tanımayı öğrenir.
• En güçlü ve doğal dürtülerinden biri olan, saldırganlık dürtüsünü boşaltma olanağı bulur.
• Değişik sosyal rolleri deneme, duygularını dışa vurma olanağını bulur ve başka nesneler ya da insanlarla ilişkilerini inceler.
• Kas gelişimini hızlandırır ve güçlendirir.
• Çevresini araştırma, objeleri tanıma ve problem çözme imkanı sağlar.
• Kendisini ifade etmeyi, sözlü olarak ifade edilenleri anlamayı öğrenir, yeni sözcükler kazanır.
• Toplu yaşam için gerekli olan kuralları öğrenir.
Daha geç ve daha zor konuşma
Televizyon seyreden çocukların kendilerini ifade etmekte zorlandıkları; dil gelişimi ve iletişim kurma açısından yaşıtlarının gerisinde kaldıkları bilinmektedir.
Çocukların konuşma gelişimi üzerine uzmanlaşmış Amerikalı Dr. Sally Ward, yaptığı 10 yıllık bir çalışma sonucunda 1-5 yaş aralığındaki çocukların geç konuşmasında, televizyonun “çok önemli bir etken” olduğunu gördü. Çalışmaya göre televizyondan gelen gürültü çocukların konuşma becerilerini öğrenmesini durduruyor. Ward’ın çalışmasında 8 aylık bebekler ne isimlerini ayırd edebiliyor, ne de çok basit kelimeleri tanıyabiliyorlardı. 3 yaşına geldiklerinde 2 yaşındaki çocukların dil yeteneğine sahiptiler.
Dr. Ward’a göre, üç yaşındayken yaşıtlarına oranla standardın altında konuşma becerisi kazanmış olan çocuk, hayatı boyunca zorluk çekebiliyor: “Eğitim hayatları boyunca zorluk çekiyorlar. Yaşıtlarına oranla daha kötü bir dil becerisiyle okula başlıyorlar ve bu bütün eğitimlerini etkiliyor.”
Çocuklar televizyonda yeni kelimeler duyarlar ama bu, onlarla birebir konuşmanın göstereceği etkiyi göstermez. Çok az çocuk sadece televizyon seyrederek veya sadece yaşı ilerledikçe konuşmasını geliştirir.
Çocuklar televizyon seyrediyorlarsa, zamanlarını konuşarak geçirmiyorlar demektir. Çocuklar genellikle konuşmaya tek kelime söyleyerek başlarlar. Kelimeleri kısa cümleler ve cümle kümeleri takip eder.
Vaktini televizyon seyrederek geçiren çocuk konuşması için gereken zamanı kaybetmiş olur. Devamlı konuşan çocuğa oranla, açık seçik ve akıcı konuşmakta güçlük çekebilir; tam cümleleri kurmakta zorlanabilir.
Bir çocukla doğrudan konuşmak veya ona kitap okumak konuşma becerilerinin gelişmesine yardım eder.
Televizyon düşünmeye fırsat bırakmıyor
Düşünmenin en önemli parçalarından biri insanın bildikleriyle sonuca gitmesi ve yeni bir duruma uyarlayabilmesidir. Okulda bu tür becerilere ihtiyaç duyulur ama televizyon başında duyulmaz.
Çok hareketli bir çocuk dahi televizyon başında hareketsiz kalacaktır. Hem vücudu, hem de zihni edilgen bir konumdadır. Çocuk televizyon seyrederken düşünmesine fırsat kalmaz.
Düşünmeyen çocuk öğrenemez. Öğrenmeyen çocuk eğitim hayatında başarılı olamaz.
“Televizyonla Büyümek – Growing up on Television” isimli kitabında Kate Moody televizyonun düşünceleri nasıl öldürdüğünü anlatıyor: “Televizyonda gösterilen resimler her 5 veya 6 saniyede bir kamera açısının değişmesi veya yeni bir sahneye geçilmesiyle farklılaşır. Bir araştırmacı buna “dakika başına maruz kalınan sarsıntı” demektedir. Bu zaman daraldıkça düşüncenin devamlılığını feda eden beyin değişime koşullanır.”
Televizyon seyrederken iletişim televizyondan çocuğa doğru gerçekleşir. Bu tek yönlü iletişimde çocuk televizyona soru soramaz, karşı çıkamaz, anlamadıklarının açıklamasını isteyemez.
Dikkat bozukluğu
Seattle’daki Çocuk Hastanesi ve Bölge Tıp Merkezi’nin yürüttüğü bir araştırma televizyonun endişe verici bir boyutunu daha gözler önüne serdi. 1-3 yaşları arasındaki iki grup çocuk üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları, televizyonun çocukları aşırı şekilde uyardığını ve gelişmekte olan beyinlerini sürekli olarak yeniden şekillendirdiğini ortaya çıkardı.
ABD hükümetinin desteklediği araştırmaya bin 345 çocuk katılırken, ailelere de çocukların televizyon izleme alışkanlıkları ve 7 yaşına geldiklerinde dikkat bozukluğu yaşayıp yaşamadıklarına dair sorular soruldu. Sürekli televizyon izleyen çocukların konsantrasyon zorluğu çektiği, durmaksızın ve düşünmeden hareket ettiği ve çabucak kafalarının karıştığı belirtildi.
Araştırma sonuçlarına göre, ABD’de 1 yaşındaki çocukların yüzde 36’sı hiç televizyon izlemiyor. Günde bir ya da iki saat televizyon izleyen yüzde 37 civarındaki çocuğun yüzde 10 ya da 20’sinde dikkat sorunu yaşama riskinin yüksek olduğu ifade ediliyor. Günde üç ya da dört saat televizyon izleyen yüzde 14’lük kesimin ise hiç televizyon izlemeyen çocuklara göre dikkat bozukluğu riskinin yüzde 30-40 oranında arttığı kaydediliyor.
ABD Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırmaya göre aşırı televizyon seyretmek odaklanmayı değil de, nesneleri gözden geçirip bir sonrakine geçen beyin sistemlerini geliştiriyor.
Çocukların odaklanma ve dikkatlerinin kısa sürelere çekilmesinden televizyon programlarının ve filmlerinin akış hızı sorumlu. Çocuklar bazı görüntüleri 3 saniye, bazılarını 7 saniye, bazılarını ise 5 saniye seyrediyorlar. Televizyonda kayıp giden görüntüler çok hızlı geçtiği için çocuğun dikkati de dağılıyor.
Televizyonun devamlı değişen görüntüler ve seslerle vahşi bir hızla akıp gitmesi bazı çocukların sinir sistemlerini baskılar. Görüntülerin birdenbire yakınlaşıp uzaklaşması, renk patlamaları, birdenbire duyulan yüksek sesli gürültüler çocuğu beynini bağımsız bir şekilde kullanma yeteneğinden mahzun bırakır. Oysa bu yetenek sosyal ilişkiler, oyunlar, hobiler veya sadece etrafta gezinmeyle gelişebilir.
Zihinsel odaklanma ve konsantrasyonu güçlendirmek çocukken geliştirilen bir süreçtir. Çocuklarımızın konsantrasyon süreleri onların zihinlerini çalıştıracak eylemlerle gelişir.
Uyku problemleri
Dikkat dağınıklığına sebep olmasının yanı sıra, televizyon çocuklarda uyuma problemlerine neden olarak konsantrasyonlarının daha da bozulmasına sebep olabilir.
ABD Hasbro Çocuk Hastanesi’nin pediatrik uyku bozuklukları kliniğinde yapılan bir araştırmaya göre çok televizyon seyreden çocuklar daha geç saatte yatıyor, uyumakta güçlük çekiyor veya uyurken daha fazla uyanıyorlar.
Uykusuzluk çocuğunuzun okulda dikkatini etkiler. Ev ödevlerini tamamlamasına engel olabilir. Bütün bunlar da çocuğunuzun notlarını ve eğitim hayatını değiştirebilecek öğelerdir.

Çocuklarda kolanın zararları




Çocuklarımızı kötü alışkanlıklardan korumak için yalnız eğitimciler ve ilgili bakanlıklara değil, ailelere de ciddi görevler düşüyor. Çoğu zaman anne-babalarının davranışlarını taklit etmekte, ayrıca kötü alışkanlıklarından etkilenmekte çocuklar. Evdeki ile okuldaki uygulama farklı olduğu zaman da çocuğun kafası karışmakta. Örneğin okulda kola yasağı konulan bir çocuğun evde anne-babası tarafından kola tüketilmesi çocuğun bu kötü alışkanlıktan kurtulmasını güçleştirmektedir. Çocuklara yanlış beslenme alışkanlıkları hakkında verilen eğitim kadar anne-baba'ları da bu konuda bilgilendirmek lazım.
İşte kola gibi gazlı içecekler hakkında merak edilen bazı soruların cevapları:

Kolanın içinde su, sitrik asit, karamel, mısır pekmezi şurubu, vanilya ve limon suyu bulunur. Diyet kolalar genellikle ek olarak Aspartam maddesini içerir.
Yaklaşık 25 yıldır maliyetleri düşürmek amacıyla, kolanın içine bildiğimiz sofra şekeri yerine tatlandırıcı olarak mısır pekmezi (high fructose corn syrup) kullanılıyor. Bu madde ile tatlandırılan bir kutu kolada 10 çay kaşığına eşdeğer şeker ve 150 kcal enerji bulunuyor. Çocukların bu denli yüksek enerjili gıdaları düzenli olarak alması ileride, Diyabet (Şeker hastalığı) ve Obezite (Şişmanlık) riskini ciddi şekilde arttırmakta!
Yaklaşık 300 milyon nüfuslu ABD örnek verilecek olursa, bu ülkedeki kayıtlara göre yılda 122,432,790,000 (122 milyar) kutu kola tüketilmektedir!.. Okul çağı çocuklarının yaklaşık %75'inin günde en az bir kutu kola içtikleri saptanmış. Özellikle ergenlik dönemindeki çocukların daha fazla kola tükettikleri, bu yaş dönemindeki 5 çocuktan birisinin, günde 4 kutudan fazla kola içtiği saptanmıştır. Tüm dünyadaki rakamlar göz önüne alınırsa, kolanın ne kadar ciddi bir pazar ve sık tüketilen içecek olduğu anlaşılacaktır.
Pek çok alanda kola reklamları, çocukları özendirecek şekilde hazırlanmakta... Buna en güzel örnek ise ünlü çocuk hikayesi Harry Potter filmleri... Harry Potter serisinin ilk filmine bir kola şirketinin reklam amaçlı 150 milyon dolardan fazla yatırım yaptığı biliniyor.
Kola başlı başına yüksek kalorili bir içecek olduğundan, gün içinde bir kutu kola içen bir çocuk saatlerce açlık hissetmez, yemesi gereken öğünleri yiyemeyeceğinden büyüme ve gelişimi geri kalabilir. İştahsızlık nedeniyle başvuran pek çok ailenin çocuğunda benzer sorunlar vardır. Ayrıca içerdiği fosforik asit kemiklerden kalsiyum çözülmesini artırarak, kemik erimesi yapar. Kolanın içerdiği asit de diş sağlığına olumsuz etkide bulunur. Kola içen çocuklarda diş çürükleri daha fazla görülür. Bu çocuklarda Magnezyum, B, C, ve A vitamini eksikliği görülür. İçerdiği kafein bağımlılık yapmakla birlikte, kalpte ritm bozukluklarına neden olabilir. Şekersiz (diyet) kolalarda bulunan Aspartam ismindeki tatlandırıcı ise özellikle karaciğer üzerinde zararlı etkiler oluşturuyor. Hamile kadınlarda diyet kola tüketilmesi ise anne karnındaki bebekte, Aspartam'ın dönüşümü sonucunda Fenilalanin adlı maddenin açığa çıkmasıyla beyin hasarı yapabiliyor.

Rotavirüs Aşısı




Rotavirüs, tüm dünyada bebek ve küçük çocuklarda görülen ishallerin, özellikle hastane yatışlarına ve bebek ölümlerine neden olan ağır gastroenteritin en önde gelen nedenidir. Hemen tüm çocuklar beş yaşına kadar enfekte olurlar ve hastalık özellikle 4-36 ay grubunda dehidratasyon ve asidozla ağır seyrederek ölüme neden olabilir. Rotavirüsler, her yıl iki milyondan fazla hastane yatışına ve yaklaşık 600 bin ölüme sebep olmaktadır. Rotavirüs ishalinin önlenmesinde tek yöntem rotavirüs aşılamasıdır. İlk “reassortant” rotavirüs aşısı, tetravalan maymun-insan “reassortant” rotavirüs aşısı (Rotashield) ABD’de 1998’de lisans aldı ve aşı şemasına dahil edildi. Ancak, aşı ile invajinasyon arasında ilişki olduğu gerekçesiyle kısa bir süre içinde kullanımdan kaldırıldı. Sonraki yıllarda, iki yeni rotavirüs aşısının [monovalan human rotavirüs aşısı (HRV, Rotarix) ve pentavalan human-bovine reassortant rotavirüs aşısı (PRV, RotaTeq)] etkinliği ve güvenirliliği yaklaşık 130 000 bebekte yapılan geniş çalışmalarla değerlendirildi. Bu çalışmaların sonuçları, her iki yeni rotavirüs aşısının, ishale, özellikle ciddi ishale karşı etkin ve güvenli bir korunma sağladığını gösterdi. Rotavirüs aşılarının, rotavirüs olgularını (%74), ağır olguları (%98) ve hastane yatışlarını (%96) azaltması beklenmektedir. Rotavirüs aşıları ile invajinasyon riskinin artmadığı gösterilmiştir. Günümüzde, bu iki yeni rotavirüs aşısı ülkemizinde dahil olduğu 90’dan fazla ülkede lisans alarak kullanıma girmiştir. ABD yanında Venezüella, Brezilya, Panama, Meksika ve Avusturya gibi ülkelerde aşı takvimine dahil edilmiştir. Aşı ağız yoluyla 2 ve 4. ayda olmak üzere iki dozda (HRV için) veya 2, 4 ve 6. ayda olmak üzere üç dozda (PRV için) uygulanır. İlk doz bebek 6-12 haftalık iken uygulanmalı ve aşılamaya 12-14 haftadan sonra başlanılmamalıdır ve aşılama 24. haftadan (HRV için) veya 32. haftadan önce (HRV için) tamamlanmalıdır.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Ev Kazaları ve Çocuklar




Güvenlik ve huzur denildiğinde hemen hepimizin aklına öncelikle evimiz gelir. Ama gerçekte evlerimiz zannettiğimiz kadar güvenli mi? Özellikle çocuklarımız için ne gibi tehlikeler barındırıyor? Bunların hangilerinin önüne geçmek mümkün olabilir? Duyarsızlık ve ihmalkârlık, yeri geldiğinde canımızı bile feda etmekten çekinmeyeceğimiz çocuklarımıza hangi bedelleri ödetebilir?

Türkiye'de her yıl yüzbinlerle ifade edilen sayıda ev kazası meydana geliyor ve binlerce çocukta kalıcı arazlara yol açıyor. Tamamına yakını önlenebilir nitelikte olan bu olaylar, ne yazık ki bilgisizlik ve umursamazlık nedeniyle trajik sonuçlar doğuruyor. Oysa basit tedbirlerle ev ortamını güvenli hale getirmek çok kolay.


Sık karşılaşılan ev kazaları

Çocukların başına gelen ev kazalarının % 40-50'sini düşmeler oluşturmaktadır. İkinci sırayı çarpışmalar alır. Çocuklar hızla hareket ederken ev içerisindeki bir eşyaya ya da bir başka kişiye çarparak yaralanabilmektedir. Ayrıca yerine iyi sabitlenmemiş eşyaların çocuğun üzerine düşmesiyle de benzer kazalar meydana gelebilmektedir.Bir diğer önemli ev kazası tipi yabancı cisimlerin yutulması ya da soluk borusuna kaçmasıdır. Yanıklar ve haşlanmalar da sık rastlanılan ev yaralanmalarındandır. Zehirlenme şüpheleri, çocukların hastaneye götürülme nedenleri içerisinde dördüncü sırayı alır ve ilaçlar, temizlik maddeleri, boya ve kimyasalların alınmasıyla ortaya çıkarlar.


Kazaların oluştuğu ortamlar

Çoğu ev kazası, çocukların zamanlarının büyük bölümünü geçirdiği salon, oturma odası ve yemek odasında meydana gelmektedir. Bunları mutfak, yatak odası ve merdivenler izler.Evde kaza olmasına katkı veren sebeplerHer evde bulunan sıcak su, temizlik maddeleri, merdivenler, ocak, kibrit ve bıçak ya da makas gibi sivri cisimler potansiyel tehlike taşımaktadır.Ayrıca bazı evlerin dizaynları da kazalara katkıda bulunur. Sözgelimi, balkonlar, spiral şekilli ya da kenarları açık merdivenler, bahçe havuzları ve camlı kapılar kaza riskinin nispeten yüksek olduğu niteliktedirler.Bunlara ilaveten küçük çocukların aşırı meraklı ve araştırıcı yapıları, olası riskleri değerlendirmedeki yetersizlikleri, dengelerini kolayca yitirmeleri de ev kazalarının oluşumunu kolaylaştıran etkenler arasında yer alır.


Kaza oluşmasına nasıl engel olabiliriz?

Ebeveynlerin çocuklar için "tam güvenli ev" oluşturmaları elbette neredeyse imkansızdır. Ancak önemli riskleri ve kaza potansiyellerini bilmek ve etkin güvenlik önlemlerini önceden almak, ciddi yaralanma ihtimallerini en aza indirmekte yararlı olacaktır.Aşağıdaki bazı ev kazası tipleri ve korunmada kullanılacak güvenlik ipuçları, evin daha emniyetli hale gelmesine katkıda bulunacaktır:


Düşmeler

* Merdivenli bir evde yaşıyorsanız, merdiven başlarına kapı yerleştirin.
* Trabzan ve balkon parmaklıklarının, çocukların aralardan geçemeyeceği ya da üstüne tırmanamayacağı biçimde olup olmadığını kontrol edin.
* Üst kat pencerelerine parmaklık gibi güvenlik önlemleri alın.
* Mobilyaları pencerelerden uzak tutun.
* Bebekleri, mobilya ya da hareketli masalar üzerinde asla tek başlarına bırakmayın.
* Kaymaları önleyebilmek için dökülen sıvıları hemen kurulayın.
* Çocukları, oyuncaklarını oyun sonrası ortalıktan kaldırmaları konusunda bilinçlendirin.
* Kaygan halı ve hasırları sabitleyin.


Çarpma ve çarpışmalar

* Mobilyaların sivri kenarlarına köşe koruyucuları geçirin.


Yanmalar ve haşlanmalar

* Mümkünse evde bir yangın söndürücü bulundurun.
* Kibrit ve çakmakları çocukların ulaşamayacakları yerlerde tutun.
* Çocukları ocak ve fırınlardan uzak tutun.
* Tava saplarını ocağın arka yüzüne çevrili pozisyona getirin.
* Elinizde sıcak bir içecek bulunduğunda kucağınızda çocuk taşımayın.
* Kullanım sonrasında ütüleri derhal kapatın ve kordonları sarkık durumda bırakmayın.


Zehirlenmeler

* Tüm ilaçları göz önünden ve çocukların erişebileceği yerlerden, tercihen kilitli bir dolaba kaldırın.
* Temizlik maddeleri, deterjanlar ve ağartıcı maddeler gibi ev kimyasallarının yanı sıra boya, tiner, vernik ve tutkal gibi tehlikeli maddeleri çocukların erişebileceği yerlerden uzaklaştırın.
* Parfüm, alkol ve esans yağlarının da tehlikeli olabileceğini düşünüp çocuklardan uzak tutun.
* Tüm tehlikeli maddeleri kendi orijinal kaplarında bulundurun.
Suda boğulma
* Su içinde veya kenarında çocuklarınızı sürekli gözetim altında tutun.
* 5 yaşın altındaki bir çocuğu banyoda bir an bile olsa tek başına bırakmayın.
* Kullandıktan hemen sonra küveti boşaltın.
* Bahçe havuzlarını boşaltın ya da güvenli bir biçimde kapatın.
* Bahçede yağmur suyunu tutabilecek herhangi bir şey bırakmayın.


Kesikler

* Mümkünse kapı ve pencerelerde kırılmaz cam kullanın.
* Geniş cam alanlarını etiketlerle belirgin hale getirin.
* Sivri metal ve bıçak içeren çekmeceleri kilitli tutun.
* Mutfak robotu ve dikiş malzemelerini çocukların erişemeyeceği yerlerde bulundurun.


Boğulma-boğazda yabancı cisim

* Bir yaşın altındaki bebeklerde yastık ve yorgan kullanmayın.
* Küçük çocukların kıyafetleri üzerinde kurdele, ip, bağcık bulundurmayın.
* Oyuncaklar, oyun kafesi ve beşiklerdeki şerit ve bağcıkların 20 cm.'den kısa olması gerekir.
* Küçük çocuklar yemek yerken veya bir şeyler içerken mutlaka yanlarında durun.
* Küçük çocukların kabuklu, taneli çerez yemelerine izin vermeyin.
* Jeton, bozuk para gibi küçük nesneleri ve oyuncak parçalarını küçük çocuklardan uzak tutun.
* Plastik torba ve plastik örtüleri daima küçük çocuklardan uzak tutun.
* Oyuncaklar üzerinde yazan uyarı notlarını mutlaka okuyun.
* Uyurken kazara boğulmasına neden olabileceğinden, bebeğinizin sizinle birlikte yatakta uyuması uygun değildir.


Bu önlemlere azami dikkat gösterildiği takdirde, her yıl binlerce aileyi acıya boğan trajik hadiselerin önüne geçilmiş olacaktır.



http://www.uzmantv.com/bebekleri-ev-kazalarindan-korumak-icin-oyuncak-secimi-nasil-yapilmali

19 Mayıs 2009 Salı

Anne sütünün yararları





Anne sütü, heyecanla bebeğinin doğmasını bekleyen annenin, yavrusuna vereceği en değerli armağandır, bebeğin ilk aşısıdır. Çocuğun beslenmesinde anne sütünün yeri doldurulamaz. Günümüz teknolojisinin üstün imkanları ile üretilen bebek mamaları tüm çalışmalara rağmen anne sütünün yerini tutamamaktadır; çünkü anne sütü türe özgü bir salgıdır. Başka hiçbir salgı anne sütünün bebeğe sağladığı yararı sağlayamaz. Anne sütünün içeriği sabit değildir, fizyolojik adaptasyon gösterir ve zaman içinde bebeğin gereksinimine göre bileşimini değiştirir. Emzirmenin başındaki süt ile sonuna doğru gelen süt bileşimi de farklıdır. Emzirmenin sonuna doğru sütteki yağ oranı artar. Bu, bebeğin doyma hissi ile emmeyi bırakmasını sağlar. Bu nedenle anne sütü ile beslenen bebeklerde şişmanlık daha az görülür. Gündüz ve gece sütünün içeriği de birbirinden farklıdır.Anne sütü bebeği enfeksiyonlara karşı koruyan doğal bağışıklık faktörleri içerir. Bu nedenle anne sütü alan bebeklerde ishal, solunum yolu enfeksiyonları, orta kulak iltihapları, idrar yolu enfeksiyonları daha az görülür ve bu bebekler astım, egzama gibi allerjik hastalıklar, şeker hastalığı, kalp ve damar hastalıkları, pişikler, kabızlığa daha az maruz kalırlar. Emzirme bebeğin diş sağlığı ve çene gelişimi için yararlıdır. Anne sütü ile beslenen bebeklerin zeka gelişimi ve okul başarısının da anne sütü almayanlara oranla daha fazla olduğu (anne sütüyle beslenen bebeklerin, mamayla beslenen bebeklere göre IQ’sunun 8 puan daha yüksek olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır), yine bu çocukların daha sosyal ve daha kolay iletişim kurabilen çocuklar olduğu gösterilmiştir.Bununla birlikte emme işlemi çocuğun psikososyal gelişimine de katkıda bulunmakta, bebeğin duygusal gereksinimlerin karşılanmasına yardımcı olmaktadır. Anne sütü her zaman taze, temiz, uygun ısıda verilmeye hazırdır ve ekonomiktir.