23 Haziran 2009 Salı

Çocuk İhmal ve İstismarı



Çocuğun sağlığını, fizik ve psikolojik gelişimini olumsuz etkileyen, bir yetişkin, toplum ya da devlet tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan hareket ya da davranışlara “Çocuk İstismarı” denmektedir. Çocuğun sağlığı, fiziksel veya psikolojik gelişimi için gerekli ihtiyaçların karşılanmaması ise “Çocuk İhmali” olarak tanımlanmaktadır.
Çocuk ihmal ve istismarı kapsamlı bir olgu olmasına karşın çocuğa yönelik istismar kapsamında fiziksel istismar ön plana çıkmaktadır. Aral (1997) yaptığı çalışmada çocukların % 65.72’sinin anne ya da babası tarafından fiziksel istismara uğradıklarını belirlemiştir.
  Çocuk ihmali genelde ailenin, ilgili kurumların ya da devletin çocuğa karşı en temel sorumluluklarını yerine getirmemesi şeklinde tanımlanabilir. Bir bütün olarak toplum, kurumlar ve bireyler tarafından geliştirilen ihmal davranışı, çocukların eşit hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılması sonucunda onların en üst düzeyde gelişimlerini engelleyici davranışlar olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuğun bakım ve beslenme gereksinimlerinin yeterince karşılanmaması gerekli tıbbi müdahalelerin yapılmaması, anne baba olarak çocuğa karşı danışmanlık görevinin yeterince yerine getirilmemesi ve çocuğun tek başına bırakılması ihmal davranışına örnek olarak verilebilir.
Aktif bir olgu olarak nitelendirilen istismar ise anne, baba ya da bakıcının çocuğa zarar vermesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Çocuk istismarı istem dahilinde fiziksel zarar verme, çocuğun kötü beslenmesine yol açma, cinsel istismar, çıkar için kullanma, bundan da öte çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı her türlü faaliyette bulunmayı içermektedir.
  İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta istismarın aktif, ihmalin ise pasif bir olgu olmasıdır. Çocuk ihmal ve istismarı, çocuğun normal fiziksel ve zihinsel gelişimini kısıtlayıcı olan fiziksel, duygusal ve cinsel ihmal ve istismarı içermektedir. Ancak bunları birbirinden ayırmak oldukça zordur.
Yakın kişilerin çocuğun gelişimine sürekli zarar veren hareketleri sonucu çocuğa sosyal olarak mevcut kaynakların sağlanmaması, bunlardan yoksun bırakılması fiziksel ihmal olarak tanımlanabilir. İstismar türleriiçinde tanımlanması ve belirlenmesi en kolay olan fiziksel istismar ise çocuğun kaza dışı hasar görmesi ya da fiziksel olarak cezalandırılması olarak tanımlanabilir.
  Çocukların cinsel sömürüye karşı korunmaması ve ilgisiz kalınması, cinsel gelişime gereken önemin verilmemesi cinsel ihmal olarak ifade edilmektedir. Cinsel istismar, cinsel doyum için çocuğu kullanmak ya da bir başkasının çocuğu bu amaçla kullanmasına izin vermektir. Bir yetişkinin cinsel haz duymak amacıyla çocuğun cinsel organlarını okşaması, tecavüz etmesi, teşhircilik yapması, çocuğu pornografi aracı olarak kullanması şeklinde tanımlanabilen cinsel istismar, cinsel doyumu çocuklarla ilişkide arayan cinsel açıdan yetersiz kişilerce başvurulan bir suç çeşidi sayılmaktadır. Toplumca kabul edilmeyen ve duygusal açıdan en yoğun yaşanan cinsel istismar türünün, aile içinde ya da çocukla kan bağı olan kişiler arasında olduğu da bilinen bir gerçektir. Ancak bu tür vakaların belirlenmesi oldukça güçtür. Yapılan araştırmalar cinsel tacizin en çok üç-beş yaşlar arasında yaygın olduğunu ortaya koymuştur.
  Çocuğun sevilmemesi, ihtiyacı olan duygusal ilgi ve yakınlığın ona gösterilmemesi duygusal ihmal olarak kabul edilmektedir.
  Duygusal istismar ise tek başına görülebildiği gibi fiziksel ve cinsel istismarla birlikte de görülmektedir. Ebeveynlerin ya da çevredeki diğer yetişkinlerin çocuğun yeteneklerinin üzerinde istek ve beklentiler içinde olmaları ve saldırganca davranmaları anlamına gelen duygusal istismarın izleri yaşam boyunca kendini gösterebilmektedir. Anne-babası tarafından sürekli eleştirilen, aşağılanan, sevgi ve ilgi ihtiyacı yeterince karşılanamayan çocuklar, pasif kişilik özelliklerine sahip, kendine güveni olmayan ve antisosyal davranışlar gösteren kişiler olarak tanımlanmaktadır. Bunların yanı sıra duygusal istismar, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimlerini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu çocuklarda normal zihinsel kapasite olmasına rağmen, öğrenme güçlüğü ve dikkat dağınıklığı gibi sorunlar görülmektedir. Dolayısıyla duygusal istismar çocuğun hem kişiliği hem de başarısını olumsuz yönde etkilemektedir.
Çocuk ihmal ve istismarı ailenin yaşam stresiyle ilgili olup ailedeki ekonomik ve sosyal stresler, ihmal ve istismara yol açabilir. Çocuğun ihmal ve istismar edilmesine neden olan faktörleri iç ve dış stres faktörleri olarak gruplamak mümkündür.
Dış stres faktörleri; bazı ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel özellikler ailede sıkıntı yaratarak çocuğun ihmal ve istismarına yol açabilir. Ekonomik yetersizlik aile için en önemli stres kaynaklarından biri olup yoksulluk, işsizlik, borçlanma şeklinde kendini gösterebilir. Aynı zamanda iyi beslenememe, yetersiz ev koşulları, sağlıksızlık gibi sorunları da beraberinde getirebilir. İç stres faktörleri ise anne-babanın kişilik yapısı, çocuğun özellikleri ve çevreye bağlı olarak çocuktan gereğinden fazla istekte bulunulması şeklinde gruplandırılabilir.
Anne-baba yoksunluğu ise ayrı bir iç stres faktörü olarak ele alınabilir. Ölüm, boşanma veya ayrı bir yerde çalışma nedeniyle parçalanmış aileler, çocuk istismarında önemli bir risk grubunu oluşturmaktadır. Anne-baba tarafından ihmal ve istismar edilme, anne-baba arasındaki şiddete tanık olma, parçalanmış aileden gelme veya çeşitli aile sorunlarının çocukta yarattığı duygular çocuğun yaşam biçimini ve ilişkilerini önemli ölçüde etkileyerek çocuğun bunları öğrenerek taklit etmesine, dolayısıyla istismarcı bir kişilik kazanmasına neden olabilir.

ÇOCUK İHMAL VE İSTİSMARI ÖNLENEBİLİR!
İhmal ve istismardan korunmak çocukların temel hakkıdır. Bu hakkın korunması ancak riskleri gerçekleşmeden fark edebilen ve önlemeye odaklı olarak çalışan bir sistem ile mümkündür. Böyle bir sistemin geliştirilmesinin bu konuda güçlü bir ortak talep ile mümkün olabileceği inancı ile yapılması gerekenlere ilişkin bir eylem planı hazırlayan http://www.cocukplatformu.org 'a destek olalım.

Eğer, riskleri önceden farkedebilir ve önleyebilirsek onu gerçekten korumuş oluruz!
Çocuk ihmal ve istismarı


Kaynak: Dr.Abdurrahim GÜÇLÜ, Çocuk İhmal ve İstismarını Önleme Platformu, Derya KURTAY (Sosyal Hizmet Uzmanı)

12 Haziran 2009 Cuma

Çocuk Bakıcısı Seçimi





Çocukları için doğru çocuk bakıcısını bulmak anne-babalar için en zor deneyimlerden biridir. Çocuklarını çalışarak büyüten anneler, çocuklarını bir bakıcıya emanet etmenin yaşamlarındaki en zor tecrübelerden biri olduğunu söylerler. Aileler, çok zor olan çocuk bakıcısı arayışı ve doğru bakıcıya karar verme süreçlerinde belli noktalara dikkat ederlerse kendileri ve çocukları için en sağlıklı seçimi kolaylıkla yapabilirler.


Öncelikle, aileler, çocuk bakıcısı aramaya başlamadan önce bakıcıda aradıkları özellikleri ve bu özelliklerin önem derecelerini belirlemeliler. Bakıcıyı hangi kanaldan bulmak istediklerine karar verdikten sonra, kendilerine aracılık yapan kişilerle de aradıkları temel özellikleri paylaşmalılar. Anne-babalar, çocuk bakıcısı ile görüşmeyi birlikte yapmalı, bakıcının ne zaman çalışmaya başlayacağına, bakıcının iş tanımına ve bakıcıdan neler beklediklerine birlikte karar vermelidir. Bakıcı arayışına girmeden önce, çocuğa akrabalardan birinin bakıp bakmaması konusu konuşulmuş ve bu konudaki kesin karar da verilmiş olmalıdır. Bazı eşler bu konularda birbirleriyle yeterince açık konuşamamaktadır. Eşlerden biri çocuğuna bakıcının bakmasını uygun bulurken, bir diğeri çocuğa annesinin bakmasını isteyebilir; bu gibi kararlar bakıcı arayışı başlamadan verilmelidir. Bu konular önceden konuşulmazsa, karar verme sürecinde veya bakıcıyla görüşme sırasında gönülsüz eş nedeniyle anlaşmazlık yaşanabilir. Çocuğa bakmasına karar verilen kişi bir akraba olabilir, bu durumda aşağıdaki koşulların karşılanmasına dikkat edin;

Bu kişinin çocuğunuza bakmaya gerçekten gönüllü ve uygun olduğundan emin olun,
Bu kişiden çocuğunuza mümkünse kendi evinizde bakmasını isteyin,
Çocuğunuzun geceleri ve hafta sonları sizinle kalmasını sağlayın,
Bu kişiye çocuğunuzun bakımı ve eğitimi ile ilgili tüm beklentilerinizi açık bir şekilde ve anne-baba biraradayken bildirin.
Çocuğunuza bakan kişi ister bir akraba veya aile büyüğü olsun, isterse bir çocuk bakıcısı olsun, çocuğunuzun kendi evinizde bakılmasını sağlmanız daha uygun olur. Kendi evinizde temizlik, düzen ve hijyen kurallarını daha kolay koyabilir ve uygulanmasını daha kolay sağlayabilirsiniz. Ayrıca, çocuğunuzun yaş dönemine ve dönemsel gelişimine göre karşılaşabileceği tehlikelere karşı önlem alabilmeniz de daha kolaylaşır. Örneğin emeklemeye başladığında, prizler veya mutfak çekmeceleriyle ilgili önlem almanız gerektiğinde, bunu kendi evinizde yapmanız daha kolay olur. Başka bir evde, even giren çıkan kişileri kontrol edemezsiniz, ancak kendi evinizde bu tip bir kontrolünüz olabilir. Tüm bunların dışında, çocuğun kendi oyuncaklarından ve evinden ayrı kalmaması, kendini güvende hissetmesi açısından da önemlidir.

Çocuğunuza bakmasına karar verdiğiniz kişinin normal koşullarda çocuğunuz 3 yaşına gelene kadar sizinle çalışmayı düşünüp düşünmediğini öğrenin. Böylece, çocuğunuz kreş yaşına gelene kadar bakıcı değiştirmek zorunda kalmazsınız. Çocuğunuza bakacak kişi akrabanız da olsa bunu onunla konuşmalısınız; çünkü çocukların sık bakıcı değiştirmeleri doğru değildir. Çocuk yetişkine bağlanır ve onunla duygusal bağ kurar, bebeklik döneminde sık sık değişen bakıcılar çocuğun psikolojisi açısından sağlıksızdır. Ayrıca, her defasında yeni birine alışmaya çalışmak çocuk için de, anne-baba için de yorucudur.

Her ailenin çocuklarına bakıcı ararken belirledikleri özellikler farklıdır, ancak, ailelere hatırlatma olması bakımından, çocuk bakıcısı ararken dikkat edilmesi gereken noktalar aşağıdaki gibi sıralanabilinir;

Temiz, düzenli ve dürüst olmasına,
Aile yaşantısının düzenli olmasına,
Dakik ve elinin çabuk olmasına,
Sevecen ve güleryüzlü olmasına,
Esnek ve hoşgörülü olmasına, katı-kuralcı olmamasına,
Yeniliğe ve değişime açık olmasına, sabit fikirli olmamasına,
Sorumluluk ve insiyatif sahibi olmasına,
İletişim becerisinin olmasına,
Kişilik olarak bakılacak çocuğun annesine benzemesine,
Sabırlı olmasına,
Eğitimli, kendini yetiştirmiş ve bilinçli olmasına,
Çocuğu ya da işe devamını etkileyecek bir rahatsızlığının olmamasına,
Sigara içmemesine.

Çalışacağınız bakıcıya karar vermeden önce mümkünse bakıcıyı evinde ziyaret edin, kendi çocukları varsa onlarla ilişkisini gözlemleyin. Unutmayın, bir bakıcı, sizin çocuğunuza en fazla kendi çocuklarına davrandığı kadar iyi davranabilir. Sizin çocuğunuza, kendi çocuklarına davrandığından daha vicdanlı ve merhametli davranamaz, sizin çocuğunuzu, kendi çocuklarını sevdiğinden daha fazla sevemez.
Ayrıca, bakıcının varsa referanslarıyla ve komşularıyla görüşün, nüfus cüzdanı örneği vb. gerekli belgeleri temin edin.

Çocuğunuza bakmasına karar verdiğiniz kişinin çocuk bakıcılığı için gerçekten yeterli ve uygun olduğundan emin olun. Bunun için gerekirse, bu konuda çalışan, kişillik testleri uygulayan veya çocuk bakıcılarıyla görüşmeler yapan bir psikologdan yardım alabilirsiniz. Koşullarınız gerektirmiyorsa, bakıcının yatılı kalmasını talep etmeyin. Bakıcının yatılı çalışması gerekiyorsa, çocuğunuzla akşamları siz ilgilenmeye çalışın. Çalışan kişinin sosyal ortamından ve ailesinden sürekli ayrı kalması onun sağlığı açısından çok sağlıklı değildir. Bakıcının çalışma düzenini ve iş tanımını önceden belirleyin, çocuğunuzun bakımı ve eğitimi ile ilgili tüm beklentilerinizle birlikte açık bir şekilde ve anne -baba biraradayken konuşun. Bakıcıdan performansının üzerinde beklentilerinizin olmamasına dikkat edin, ona kendi evindeki gibi rahat edebileceği bir ortam yaratmaya çalışın.

Ailedeki herkesin çocuğunuzun bakıcısına sevgi ve saygıyla yaklaşmasını sağlayın. Bu kişinin en kutsal mesleklerden birini icra ettiğini herkese hatırlatın.

Çalışan bir anneyseniz, işe başlamadan önce yeterli bir süre çocuğunuza bu kişiyle birlikte bakın. Çalışmaya başlamadan önce aşamalı olarak günün belirli saatlerinde evden uzaklaşarak çocuğunuzu bu uzun süreli ayrılığa yavaş yavaş alıştırın. Birlikte çalıştığınız kişiyi yeterince tanımadan çocuğunuzu bırakmak zorunda kalırsanız, sık sık evinizi arayarak evde herşeyin yolunda olduğundan emin olmaya çalışabilirsiniz veya komşularınızdan, akrabalarınızdan birinden arada bir eve uğramasını rica ederek çocuğunuzu kontrol etmelerini rica edebilirsiniz.

11 Haziran 2009 Perşembe

Kişilik gelişiminde anne babanın rolü




Çocuğun gelişimi, anne ve babanın çocuğu yetiştirme tutumları ile yakından ilişkilidir. Çocuğun, kişilik gelişimi her ne kadar yaşamı boyunca sürse de çocukluk döneminde yaşadıkları kişilik gelişimini biçimlendirmektedir. Çocuk okul öncesinde birey olmayı öğrenirken kendisine model olacak birisine gereksinim duyar. Bu model alma süreci aile içindeki yakın bir üye ile gerçekleşmektedir. Genellikle, bu model anne ya da babadır. Ancak ağabey, abla, hala, teyze, amca, dayı gibi aile içinden bir erişkin de çocuğun kişilik yapısının oluşumunda etkilidir.
Çocuğa sergilenen anne – baba tutumları çok çeşitlidir:


1. Aşırı otoriter ve reddedici aile tutumu
2. Aşırı hoşgörülü aile tutumu
3. Aşırı koruyucu aile tutumu
4. Tutarsız aile tutumu
5. Mükemmeliyetçi aile tutumu
6. Kabul edici, güven verici ve demokratik aile tutumu


Aşırı Otoriter ve Reddedici Aile Tutumu:
Bu tutumu benimseyen anne ve babalar çocuklarına hâkim olduklarını düşünüp hep onlara baskı uygularlar. Çocuğun ruhsal ve bedensel gereksinmeleri karşılanmadığı gibi çocuğa olumsuz duygular beslenir. Çocuğun sürekli olumsuz yönleri ortaya çıkarılır. Otoriter ve reddedici aile tutumunda evde söz hakkı, özgürlük ve otorite anne babanındır. Çocuk her ne yaparsa yapsın göze batar ve cezalandırılır.
Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Çocuk içten içe anne babaya karşı düşmanlık duygusu geliştirse bile anne babadan korktukları için onlara karşı uysal ve erdemli davranırlar,
Aile içinde yeterli iletişimi kuramadıkları için bu çocuklar kendi kendilerine zarar verebilirler,
Baskı altında yetişen bu çocuklar yeni şeyler üretmede zorlanırlar,
Sürekli davranışlarında hata arandığı için streslidirler ve stresli oldukları zamanlarda hata yapma olasılıkları artar, ve hata yaptıklarında kendilerini daha da kötü hissederler,
Kendileri hata yaptığında affedilmedikleri için başkalarının hatalarını affetmeyi ve hoşgörülü olmayı öğrenemezler,
Kendilerine ve diğer insanlara güvenmedikleri için kendilerine iyi davrananlara şüphe ile yaklaşırlar ve toplumdan giderek uzaklaşırlar,
Yardım duygusundan uzak, sinirli, inatçı, hırçın, uyumsuz olurlar.
Bu çocuklar sonunda kurallara uymayan, otoriteye boyun eğen, kendi duygu ve düşüncelerini ifade edemeyen bir kişilik geliştirirler.


Aşırı Hoşgörülü Aile Tutumu:
Çocuk merkezli bu tür ailelerde çocuğun yaptığı her şey hoş görülür ve çocuk aşırı özgür bırakılır. Çocuğa neyi yapıp neyi yapmaması gerektiği anlatılmaz ve hiçbir zaman kesin kurallar konmaz. Çocuk kendisine zarar verebilecek davranışlar sergilediğinde bile uyarılmaz. Bu tür anne ve babalar otorite olmayı öğrenememişlerdir. Bu gibi çocuklar başkaldırıcı ve toplumdışı davranışlar sergilerler. Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Aşırı hoşgörülü tutum ile yetiştirilen çocuklar bir süre sonra anne babasını denetim altına alır ve onları tehdit etmeye başlarlar ve dedikleri olmayınca tehditlerini uygularlar.
Eleştiriye açık olmadıkları için kendilerini geliştiremezler.
Kuralsızlığa alışan çocuklar, okuldaki kurallarla karşılaşınca okula ve arkadaş çevresine uyum sağlamakta zorluk çekerler.
Her istediklerini elde ettikleri için belli bir süre sonra doyumsuzluk yaşamaya başlarlar.
Doyumsuzlukları ilerde zararlı alışkanlıklar edinmelerine sebep olur.
Bencil, doyumsuz, kırılgan, her dediğinin anında olmasını isteyen, sabırsız, şımarık, antisosyal olabilirler.
Sosyal bir ortama girdiklerinde her dediklerinin olmadığını gördüklerinde hayal kırıklığına uğrarlar, kendi kabuklarına çekilip zarar verici davranışlar sergileyebilirler.
Her istediklerini yaptırmayı alışkanlık haline getirir ve zamanla kural tanımazlar.


Aşırı Koruyucu Aile Tutumu:
Çocukların üzerine çok titrenir. Ağlamasın, üzülmesin, terlemesin, hasta olmasın, yorulup incinmesin diye büyük çaba harcanır. Anne babaların çocukları için geliştirdikleri aşırı kaygı, çocukları aşırı korumalarına yol açar. Çocuğa evde seçim hakkı verilmez. Çocuğu mutlu edememe endişelerinden dolayı kazandırmak istedikleri davranışları duygu sömürüsü ve aşırı şefkat yöntemini kullanarak geliştirirler. Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Çocuk karar alma ve seçenekleri değerlendirme becerilerini geliştiremez, çünkü kararlar çocuk adına alınır.
Çocuk karşılaştığı sorunlarla başa çıkamayacağına inanır ve sürekli hata yapma eğiliminde olurlar.
Bu çocuklar belli dönemlerde yerine getirmesi gereken ve kazanılması davranışları ve görevleri yapamadıkları için, aşırı bağımlı, ürkek, çekingen olabilir ve beceriksiz ya da sakar görünebilirler.
Kendilerini topluma kabul ettirmek için zaman zaman isyankâr davranışlar sergileyebilirler.
Aşırı koruyucu anne ve babalar çocuklarının bireyselleşme çabalarını engelleme yolunu seçerler. Bu engelleme daha çok dış dünyadaki karşılaşabilecek durumların abartılı olarak anlatılması ile başlar.
Aileden ayrılmasının ergeni üzeceği telkini eve bağlanmasını kolaylaştıran, ayrılıp gitmesini engelleyen ve bu tür girişimlerde suçluluk yaratan bir telkindir.
Anne ve babadan gelen bu tür çabalar, çocuğun bağımsızlığını ve birey olabilmesini engeller.


Tutarsız Aile Tutumu:
Anne ve babanın davranışları birbiriyle tutarlı olmadığı gibi bazen çocuğun aynı davranışına sert bir tepki gösterebilirken bazen olumlu davranabilmektedirler.
Anne baba bazen iki çocuğa tutarsız davranışlar da sergileyebilir, birini çok sevip kollarken diğerini dışlayıp hiç sevgi göstermeyebilir. Bu davranışlar çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkiler. Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
Bir davranışın kimi zaman ödüllendirilmesi kimi zaman cezalandırılması çocukta cezanın anlamı ve suçun niteliği hakkında kuşkular uyandırır.
Bu çocuklar ne zaman, nerde, ne yapacağını bilemezler.
Kendi görüş ve düşüncelerini aktaramazlar.
Çocuk kendini kanıtlamak ve dikkatleri üzerine çekmek için ürkek, yumuşak huylu, söz dinleyen ya da kendi benliğini ve bağımsızlığını göstermek için kavgacı, sinirli bir çocuk olabilir.
Zamanla çevrelerindeki insanlara güvenmeyen, her şeyden şüphelenen, kararsız bir kişilik yapısı geliştirebilirler.


Mükemmeliyetçi Anne Baba Tutumu:
Mükemmeliyetçi tutumda anne baba her şeyin en iyisini çocuğundan bekler. Kendi gerçekleştiremediği yaşantıları çocuğunun gerçekleştirmesini ister ve çocuk olduğu gibi kabul edilmez. Aile, bedensel ve zihinsel yönden beklentileri karşılaması için çocuğu kapasitesinin çok üstünde eğitimlere tabii tutar. Çocuktan aşırı titizlik ve temizlik beklenir. Mükemmeliyetçi ailelerde kurallar bellidir ve çocuğun bunlara mutlaka uyması beklenir. Çocuğa bütün çocukça davranışlar yasaklanır. Arkadaş seçimi dahi aileye aittir.
Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
• Bu tutumla yetişen çocukların fikirleri genelde çok katıdır. Bir şey veya kimse ya çok olumlu ya da çok olumsuzdur.
• Çocuk kendi duygu-düşünceleri ve ağır kurallar arasında sıkışıp kalmıştır ve sürekli bir iç çatışma içindedir. Sevgi ve nefret karışımı duyguları aynı anda yaşar.
• Her işte en iyi ve en üstün olmak ister. Fakat istediği seviyeyi yakalamayınca hayal kırıklığına uğrar ve çalışmayı tamamıyla bırakabilir. Aşağılık duygusu geliştirir.


Kabul Edici, Güven Verici ve Demokratik Aile Tutumu :
Anne- baba çocuk yetiştirme tutumlarının en ideal olanıdır. Bu tarz çocuk yetiştirme biçimini seçen anne - babaların ilişkilerinde sevgi ve saygı hakimdir ve bu sevgiyi çocuklarına da hissettirirler. Çocuğun barınma, beslenme, korunma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında ona sevgi gösterilir. Bu sevgi gerçek sevgi yani herhangi bir koşula bağlı olmayan karşılıksız sevgidir. Bu tutumu benimseyen ailelerde çocuğa aile içerisinde eşit şartlar tanınmıştır. Bazı kararların alınmasında çocuğa da fikir danışılır. Anne baba davranışları ile çocuğa uygun birer model, çok iyi rehberdir. Çocuğa yol gösterir ama alacağı kararlar konusunda serbest bırakır. Ona bir çok alternatif sunulur ama seçim çocuğa aittir. Problemlere anne baba ile birlikte çözüm arayarak zamanla bu becerisini geliştiren çocuk, seçimlerinin sonuçlarına da kendisi katlanır.
Fakat tüm bunları gerçekleştirirken aile, çocuk merkezli bir aile haline getirilmez. Çocuğa bazı sorumlulukları olduğu hatırlatılır. Aile çocuğa karşı sergilediği tutumlarda onun yaşını ve gelişim basamaklarını göz önünde bulundurur. Çocuğun aile içinde özgür bir şekilde gelişmesine, yeteneklerini en üst düzeyde açığa çıkarmasına, kendini gerçekleştirmesine izin verilir. Aile katı kurallar koymak yerine bazı prensipler geliştirir. Aile içinde kurallar ve sınırlar herkes için ve hep birlikte belirlenir ve bu sınırlar içinde çocuk özgürdür. Kuralların mantıklı açıklaması yapılır. Aile fertlerinin hepsinin eşit söz ve oy hakkı vardır. Aileyi ilgilendiren kararlar birlikte alınır. Her konuda çocuğun düşünce ve fikirleri dinlenir. Fikirleri mantıksız da olsa saygı gösterilir. Anne baba birbirlerine ve çocuklarına karşı olan duygularında net ve açıktır. Ayrıca eğitimde bedensel ceza kullanılmaz. Yanlış davranış sergileyen çocuklar sevgi yoksunluğu ile cezalandırılmazlar. Başarısızlıkları cezalandırmak yerine başarılar ödüllendirilir.

Bu aile tutumunun çocuğun kişilik gelişimine şöyle etkileri olur:
• Demokratik ve güven verici bir ortamda yetişen çocuk, kendine ve çevresine saygılı, sınırları bilen, yaratıcı, aktif, fikirlere saygı duyan, fikirlerini rahatlıkla söyleyebilen, kişilik ve davranışları açısından dengeli, sorumluluk duyguları gelişmiş, hoşgörülü, işbirliğine hazır, arkadaş canlısı, duygusal ve sosyal açıdan dengeli ve mutlu bir birey olarak yetişir.
• Anne babanın tutarlı ve kararlı tutumu çocuğun kendisine ve çevresindekilere güven duygusunu geliştirir.
• Basit de olsa bu yaşlarda karar vermeye ve kendi başına işler yapmaya alışan çocuk, ilerde rahatlıkla kendi adına kararlar alır.
• Kendi haklarını savunurken başkalarının haklarına da saygı duyar

Sizin diye bildiğiniz evlatlar..




Lübnan'lı yazar Halil Cibran'ın (1883-1931), "Ermiş" adlı eserinde anne babalara verdiği bir öğüt:


"Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizlerin değildirler,
Onlar kendisini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla. Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların vücutlarını çalabilirsiniz ama canlarını asla. Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç. Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.
Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız.
Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine bir hedef edinmiştir ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için Kendi gücüyle sizleri gerer. Yayı gerenin elinde seve seve bükülün, Çünkü oku atan O güç, uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever."

Kaynak: Halil Cibran-Ermiş (Anahtar Kitaplar,1974)

Pulsuz Dilekçe



Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU (1928-2004), "Çocuk Ruh Sağlığı" isimli kitabında , anne babalara , çocuklarını nasıl eğitmeleri ya da nasıl eğitmemeleri konusunda , yılların getirdiği deneyimleri ile , bir çocuğun gözü ile bakarak , bakın nasıl öğüt vermekte


"Sevgili anneciğim, babacığım;

Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:
Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın.
Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın.
Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?
Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra.
Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor.
Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın.
Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.
Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.
Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır.
"Ben senin yaşında iken..." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.
Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın.
Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin.
Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.
Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin.
Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün.
Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.
Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın.
Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım.
Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın.
Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.
Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır.
Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum.
Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.
Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi.
Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.

Sevgiler,
Çocuğunuz."

"Oyuncak" silah ve çocuklar




Masum bir kelime olan “oyuncak” ile, ürkütücü bir sözcük olan “silah”ın yanyana kullanılması bile çelişkidir. Silahın bir oyuncak olarak kullanılması çocuklara zarar verir. Oyuncak firmaları bunun aksini iddia etse de, bu tartışmalar sonucunda elde edilen gerçekler; oyuncak silahların saldırganlıkla ilişkisinin bulunduğu, oyuncak silahın daha sonra gerçek silaha sahip olma isteğine dönüştüğü, çocukların elinden oyuncak almanın çok zor, yerine başka bir oyuncak koymanın çok daha zor olduğu, çocukların oyuncak silahları gerçeğinden ayırt edemedikleri, oyuncak silahlarla oyun oynamak bir nesilde tamamen kırılırsa, Japonya'da olduğu gibi toplumun silaha olan isteğinin ve silahla ilgili suçların Türkiye'de de sıfırlanabileceğidir.

“Çocuklar; yok etmeyen, savaşı simgelemeyen, psikopat dürtüleri geliştirmeyen, vahşet, dehşet, öfke duygularını yaşatmayan oyuncaklarla oynamalıdırlar, yaratıcı ve üretici oyuncaklarla…Yani insan olmanın onurunu yaşatacak oyuncaklarla”. Burada ebeveynler çocuklarını yetiştirirken kendilerine şu soruları sormalıdırlar: Acaba evde, yakın çevrede ya da toplumda yaygın olarak bulunan silahın gölgesinde yaşamak, televizyonda, filmlerde, çizgi filmlerde yoğun gösterimde olan silahlı şiddeti izlemek çocuğumu şiddeti taklit etmeye, şiddete karşı hoşgörülü olmaya, şiddete karşı duyarsız olmaya, şiddeti genel geçer bir insan ilişkileri yöntemi olarak kabul etmeye iter mi? Bu silah ve şiddet yoğun ortamda çocuğum ‘savaşa hayır’ seslerimizi samimi bulur mu?

Bireysel silahlanmanın önüne geçilmesinde,en büyük görev siyasal erke düşmektedir. Bireysel silahlanmayı engelleyici yasa çıkarılmalı, bunun yanısıra silah ithalatı da kısıtlanmalı ve bu kaynaklar sağlık ile eğitime yönlendirilmelidir. Bu konuda medyaya da büyük görevler düşmektedir.
Oyuncak üreten firmaların da, sağlıklı ekonomiler yaratmak için, hasta ruhlar yaratmaya hakkı yoktur. Oyuncak silahlar da, tıpkı Japonya ve Güney Kore’de olduğu gibi, ülkemizde de yasaklanmalıdır. Bireysel silahlanmayla savaşımda 1993’den bu yana faaliyetlerini sürdüren Umut Vakfı, tüm duyarlı insanlarca desteklenmeli ve iktidarlar bu sese kulak vermelidir. Kaybedecek çok fazla zaman kalmadı: silahlı şiddetten bir kişinin öldüğü her dakika, 15 yeni silah üretiliyor. Önümüzdeki aylar ve yıllarda silahlı şiddet nedeniyle acı çekeceği ya da öleceği kesin olan kadın, erkek ve çocukların sorumluluğunu kim üstlenecek?


Dr. Çağatay ACAR, 09.11.2004 (Türk Pediatri Kurumu web sayfası)

Yıkıcılık ve şiddetin kaynağı



“Hayatın, yaşamak ve gelişmek yönünde doğal bir eğilimi vardır. Eğer bu eğilim, çeşitli nedenlerle engellenecek olursa, biriken hayat enerjisi bir dönüşüm süreci geçirir ve hayatı yok edici bir güç haline gelir. Bu nedenle “yıkıcılık ve şiddet, engellenmiş ve yaşanmamış bir hayattır” demek yanlış olmaz. Hayatı geliştirip, destekleyen enerjileri engelleyen her türlü toplumsal ve bireysel koşullar, yıkıcılık eğilimlerinin doğmasına yol açar. Bunun sonucunda ortaya, kötülük olgusunun değişik biçimleri çıkar ve yaygınlık kazanır.” diyor Erich Fromm. Yaşama içgüdüsü engellenen, kendini, doğayı ve insanları sevmeyi beceremeyen, üretici güçlerini harekete geçiremeyen, kısaca kendini gerçekleştiremeyen insanlarda, zarar verme eğilimi artar. İnsanoğlu, hayatı ne kadar çok gerçekleştirir, canlılığını ne kadar çok dışa vurursa, yıkıcılık ve şiddet içgüdüsünün gücü de o denli azalır. Besbelli ki, şiddet ve yıkıcılık, bastırılmış ve yaşanmamış bir hayata eşdeğerdir. Şiddet, sadece fiziksel değildir Şiddet kendini her zaman fiziksel olarak göstermez. Şiddetin diğer bir türü olan psikolojik şiddetin insandaki etkisi kimi zaman fiziksel şiddetten çok daha ağır ve yıkıcı olabilir.Ve toplumda psikolojik şiddete fiziksel şiddetten çok daha sık rastlanmaktadır. Aile içi şiddetlerin büyük bir bölümü de bu türdendir.

Dr.Çağatay ACAR 22.10.2004 (Hürriyet)